0541 515 1920 | iletisim@tkh.org.tr

CİZRE…
CİZRE…

TKH Kadın Çalışmaları Sorumlusu Nuray Yenil`in, geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu Cizre Ziyareti değerlendirmesi

Cizre, Arapçada “ada” anlamına geliyor. Dicle’nin üç tarafını sardığı bu kenti, son günlerde Dicle gibi uzayıp gitmemesi gereken bir faşizm sarmış durumda. 7 Haziran seçimleri sonrası istediğini alamayan AKP hükümeti yeniden ve kanlı bir savaş başlatmak konusunda gözünü kırpmadı. Suruç’ta 33 devrimcinin katledilmesinden sonra IŞID ile mücadele bahanesi ile Türkiye’de yeni bir baskı dönemi başlatıldı ve ardından sonu gelmeyen çatışmalar. Sınır ötesine yapılan operasyonlar, buna karşılık yapılan misillemeler, Dağlıca ve Iğdır’dan gelen asker ve polis cenazeleri sonrası kent merkezlerinde Kürt yurttaşlarımıza dönük yapılan linç girişimleri ülkemizi bir kaosa doğru sürüklüyor. Geldiğimiz nokta Türk ve Kürt düşmanlığının tırmandırıldığı ve AKP’nin bir bütün olarak toplumu teslim alma halidir. Cizre halkı ile dayanışma ve destek ziyareti için Birleşik Haziran Hareketi bileşenleri, sendika yöneticileri ve siyasi parti temsilcileri ile birlikte kente gidiyoruz. Bütün bu gelişmelerden sonra Cizre’nin abluka altına alınması ve buna karşı başlayan direniş ile gelişen süreç kentin kimi yerlerinde adeta bir yıkıma neden olmuş. Kent merkezine girdiğimizde sokağa çıkma yasağının kalkmış olmasına rağmen neredeyse tüm dükkanların kepenkleri kapalı; sokakta ise çok az sayıda insanın olması kente terkedilmiş görüntüsü veriyordu. Cizre Belediye’sini ziyaret ediyoruz ilk önce. Buradan edindiğimiz bilgiler biraz sonra karşılaşacağımız tablonun özeti idi. Cizre halkı 8 gün boyunca kesintisiz sokağa çıkma yasağı ile cezalandırılmış. Su ve elektrik kesintileri gıda ihtiyacının karşılanamıyor oluşu bir tarafa, iletişim ağları da kesilerek kent soyutlanmış ve sesini duyurmasına engel olunmuş. 8 gün içerisinde 21 yurttaşımız hayatını kaybetmiş, on beşi vurularak öldürülmüş, altısı hastaneye gidemediği için hastalıktan hayatını kaybetmiş. Bunlardan biride 35 günlük bir bebek. Yaralılarını hastaneye taşıyamayan cenazelerini soğutucu da tutmak zorunda kalan insanların yaşadığı bir kent artık burası. Bilgilendirme yapan HDP’li milletvekilleri çatışmanın şiddetini anlatmak için sokağa çıkma yasağının kalkmasından sonra sokaktan çok sayıda kedi ve kuş ölüsü topladıklarını ifade ediyorlar. Polisin sokaklarda `hepiniz Ermeni dölüsünüz, bu gece hepinizi öldüreceğiz` anonsları yaptığı, top ve silah seslerinin eksik olmadığı günler geçirmiş bir kent… Bir gün önce cenazelerini binlerce insanın katılımı ile toprağa vermiş ve acısını isyanı ile yaşayan bir kent... Çatışmaların yoğunlaştığı üç mahalleden biri olan Nur mahallesine gidiyoruz. Sokakta kadınlar var daha fazla. Bizi sıcak karşılıyorlar. Karşılaştığımız tablo anlatılanların çok ötesinde... Yıkılmış evler ve dükkanlar, kimi binaların duvarlarında top atışlarından açılmış büyük oyuklar, binalarda sayısız kurşun izleri, kapısı kırılmış evler, sokaklarda moloz yığınları... Ve ara sokaklara polisin girişini engellemek için kazılmış hendekler, kurulmuş barikatlar karşılıyor bizi. Ailelerin bir kısmı terk etmiş mahalleyi; evleri yıkıldığı için ya da zorunluluktan. Bir kısmı ise yaşamaya çalışıyor bu koşullarda ve ne olursa olsun evlerini terk etmeyeceklerini 90’lara geri dönülmesine izin vermeyeceklerini anlatıyorlar. Halkın yaşadığı travma çok büyük. Kadınlar yüksek sesle ve aralıksız yaşadıklarını anlatıyorlar, anlamadığımızın farkında oldukları halde. İçimizde Kürtçe bilen sayısı az. Belki de anlattıkça içlerinde yaşadıkları acının sözcüklerle akıp gitmesini istiyorlar. Arada söylediklerinden katil Erdoğan cümlesi seçiliyor, bunu Türkçe söylüyorlar. ‘Sesimizi duyurun’ diyorlar ‘burada yaşananları bütün dünyaya anlatın, gösterin’… Seslerinde acı yok sadece, isyan var, direnç var, umut var. Belki de hepsini bir arada yaşıyorlar… Çocuklar geliyor yanımıza. Onlar konuşmayı çok tercih etmiyorlar, sessizler. Belki yabancılara güvenmediklerinden, belki de yaşadıkları dehşet anlarından sıyrılamadıklarından… Ama zafer işareti yapmaktan geri durmuyorlar. Mahalleden bir genç kendilerine yapılan saldırıya polis ve asker dışında IŞID militanlarına benzeyen kişilerinde katıldıklarını anlatıyor efsaneleştirerek. Bunların çiğ et yediğini ve alkol aldığını anlatıyor. Belki de normal insana yakıştıramıyor yapılanları, bunları yapanın farklı bir tür olduğuna ikna etmeye çalışıyordu hem kendisini hem de bizi. Belki de kendi türüne hala güven duymak istiyordu… Saldırıdan kaçmak için duvardan duvara atladıklarını anlatıyor yaşlıca bir kadın. ‘Kaldırımdan yürüyün toprak yere basmayın’ diye uyarıyorlar yer yer. Patlayıcı olabileceğini ima ederek. Panzerler mahallenin giriş ve çıkışını tutuyor, ancak ara sokaklara giremiyor. Taziye evine geçiyoruz. Burada yas siyah değil… Beyaz yazmalarıyla, çocuklarının fotoğrafları kucaklarında, zılgıtlarını ve zafer işaretlerini eksik etmeyen anneler… Bütün yaşananlara rağmen en çok dillendirilen talep ise halen barış. Başsağlığı ve dayanışma duygularımızı ifade ediyoruz ve ayrılıyoruz buradan. Buradan kentin tek olan devlet hastanesini ziyaret ediyoruz. Sağlık çalışanları bu süreçte vazifelerini yerine getirmelerine izin verilmediği için hem öfkeli hem de üzgün. Çatışmaların başladığı akşam yaralanan polisler taşınmış sadece hastaneye. Yaralıları getiren özel harekat polisleri sağlık çalışanlarını darp ve hakaretle sindirmeye çalışmış. O günden beride hastanenin girişine karakol kurulmuş durumda. Son iki güne kadar sokağa çıkma yasağı olduğundan sağlık personeli işine gelememiş. Ambulans hizmeti verilememiş, hasta ve yaralılar hastaneye taşınamamış. Burada böbrek yetmezliğinin sık rastlanan bir hastalık olduğu bilgisini veriyor sağlık çalışanları. Takip ettikleri 75 diyaliz hastasına hizmet veremedikleri için hastaların sıkıntılar yaşadıklarını anlatıyorlar. Sokağa çıkma yasağının kalkmasından sonra çocuklarda kusma ishal ve idrar yolları enfeksiyonu şikayeti ile kendilerine başvuruların arttığını bilgi olarak paylaşıyorlar bizimle. 8 gün boyunca sadece acil bölümü hizmet vermiş. Ziyaretimiz sırasında Diyarbakır’dan altı farklı branşta sekiz doktorun gönüllü çalışma için hastanede olduğunu bu sayının sonraki gün on dokuza çıkacağını öğreniyoruz. Birlikte geldiğimiz heyet ile dönüyoruz hastane ziyaretinden sonra. Çöl sıcağı ve uçsuz bucaksız çorak topraklar eşlik ediyor. Yaşamın zor olduğu insan öğüten topraklar. Yaşamın zorluklarına savaşın yarattığı trajedinin eklendiği topraklar. Eşit ve özgür bir ülke kurmanın aciliyetini ve ihtiyacını bir kez daha iliklerimize kadar hissettiren topraklar. Ülkemizin bir ilçesi Cizre. 8 gün aralıksız süren sokağa çıkma yasağının yaşadığı ülkemizin bir ilçesi. Kürt sorununda yaşanan çatışma ortamının sonuçlarını ve AKP iktidarının neler yapabileceğini göstermesi açısından Cizre “bana bakın” diyor. Ziyaretimiz, Cizre’de yaşananları anlamak amacı taşısa da bugün Türk, Kürt bütün emekçilerin kaderinin ortak olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bu kader ne çatışmayla ne de AKP iktidarının kurduğu bu sermaye düzeniyle belirlenmeli... [gallery link=""file"" ids=""1295,1296,1297,1298,1299,1300,1301"" orderby=""rand""]
WhatsApp