Ülkemiz bugün iç savaşın eşiğinde dolaşmaktadır.
Ülke tarihimizin son 35 yılına damgasını vuran Kürt sorunu bugün ülkemiz açısından önemli bir kırılma noktasında durmaktadır.
Yıllardır sermaye iktidarının ve devletin baskı, yok sayma, yok etme ve asimilasyon politikalarıyla, 35 yıllık çatışma süreciyle birlikte bugüne gelen Kürt sorunu yeni bir aşamadadır.
Bugün devletin, bazı kentleri ablukaya alarak, top ve tanklarla müdahale ederek uyguladığı faşizm ve buna ek olarak silahlı hendek ve barikat siyasetinin karşımıza çıkarmış olduğu gerçek adlı adınca savaştır. Bu savaşın ülkemizin sadece belli bir bölmesinde vuku bulmuş olması savaş gerçeğini değiştirmemekle birlikte, bundan daha da önemlisi bu durumun ülke sathına yayılması ve Türkiye’nin bölgesel bir savaşa çekilme olasılığı barındırmasıdır.
Öncelikle sivil halka yapılan bu fiili durumun kabul edilemeyeceğini ve ölümlere, faşist uygulamalara ve devlet şiddetine karşı Kürt emekçilerinin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtmek isteriz.
Sivillerin öldüğü, herhangi bir savaş kuralına bile uyulmadan silahsız insanların sokak ortasında infaz edildiği, çocukların kör kurşunlarla yere düştüğü, okulların, sağlık merkezlerinin, ambulansların kurşunlandığı-bombalandığı, kentlerin ablukaya alınıp tank ve toplarla dövüldüğü, toplu göçlerin yaşandığı bu şiddet, çatışma ve savaş tablosu nedenleri ile değil, sonuçları itibariyle değerlendirilmelidir.
Yaşanan çatışma, şiddet, abluka ve “hendek” siyaseti kör bir savaştır. Bu savaştan çıkacak “sonuç” ülkemizin ilericilik, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine kan taşımayacaktır. Tam tersine bu çatışma ve şiddet ortamının bütün ceremesini çeken en başta bölgede yaşayan emekçiler olmak üzere, ülkemizin bütün emekçileri olmaktadır. Çünkü bu savaş emekçilerin birliğine büyük bir zarar vermekte, Kürt-Türk çatışmasına dönüşmekte, etnik temelde bölünmeye doğru yol almaktadır. Ortada gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye karşı bir savaş değil, deyim yerindeyse Türk-Kürt savaşına neden olacak bir siyasal tablo bulunmaktadır.
Bu savaşın sorumlusu kendi halkını tanklarla vuran, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan kentleri ablukaya alarak faşizm uygulayan bizzat AKP iktidarı ve sermaye devletidir. Emperyalizmin işbirlikçisi, gerici bir parti olan AKP’den Kürt sorununda çözüm bekleyenler bir kez daha yanılmışlardır. AKP iktidarı, faşizmi aratmamış, kentleri tank ve toplarla ablukaya alarak yaşananların bizzat faili olduğunu açıkça göstermiştir. Daha dün “yetmez ama evet” diyerek AKP iktidarından demokrasi ve Kürt sorununda çözüm bekleyenler, bugün uygulanan devlet şiddeti, faşist uygulamalar ve savaş karşısında büyük bir sorumluluk taşımaktadırlar.
Aynı zamanda dün AKP’ye karşı ayağa kalkan milyonların Haziran Direnişi’nin yanında durmayarak AKP ile yürütülen pazarlığın bitmesini istemeyen Kürt siyasi hareketi de bu tabloda sorumlu sayılmalıdır. Bugün yaşanan gerçekler, AKP iktidarıyla pazarlık değil, düzeni karşıya alacak bir mücadele hattı gerektirdiğini bir kez daha göstermiştir. Ulusal kurtuluş taleplerini toplumsal kurtuluş taleplerinin önüne koyan Kürt siyasi hareketinin gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye prim veren politik duruşu ve programatik hattı da bugün yaşanan “çıkışsızlığın” bir parçası olarak görülmelidir. Toplumsal kurtuluş olmadan ulusal kurtuluş mücadelesinin sınırları olduğu bugün bir kez daha görülmektedir.
Bugün gerek AKP iktidarının, gerekse Kürt siyasi hareketinin yürüttüğü/sürdürdüğü şiddet ve çatışma politikasının, Kürt sorunu bağlamında nasıl bir siyasal çözüme denk geleceği herkes için açık olmalıdır.
Ya AKP’nin kurallarını koyduğu “yeni Türkiye” adındaki gerici ve piyasacı rejimde uzlaşma ya da emperyalizmin bölgesel çıkarlarına bağlanacak bir bölünme olasılığı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Ülkemizin hangi etnik kökenden gelirse gelsin “kırk satır kırk katır” arasında kalacağı böylesi bir tabloda sessiz kalınamaz. Ülkemiz bu kör savaşın içinden mutlaka çıkacaktır. Ne gerici ve piyasacı bir uzlaşma, ne de emperyalizmin ekmeğine yağ sürecek bir parçalanma emekçi halkımızın çıkarına olacaktır. Ülkemiz ne satırların altında bir AKP faşizmine, ne de emperyalizmin bölge politikalarının kopardığı bir parçalanmaya kurban edilemez!
O yüzden bu süreç bütün boyutlarıyla emekçi halkımız tarafından açık bir biçimde görülmelidir.
Kuzey Irak’ta kurulmasına ramak kalan Kürt devleti emperyalizmin hegemonyası altında kurulmaktadır.
Bu denklemin çözümü, verili siyasi güçlerin ufukları, bölgesel gelişmelerin seyri, büyük devletlerin hedefleri ve politik çıkarları ile sınırlanmıştır. Ortada anti-emperyalist ya da anti-kapitalist bir yol görünmemektedir.
Bununla birlikte, çözüm ve barışın koşulları arasında sayılan “Dolmabahçe Mutabakatına” dönüş, düzen içi çözümden başka bir anlam taşımamaktadır. Hatırlanacağı üzere bu mutabakatın bağlanacağı yer yeni anayasa olarak tanımlanmıştır. Bugün yeni anayasayı başkanlıktan, başkanlığı sermaye diktatörlüğünün derinleşmesinden ve bunun idari yapıdaki dönüşümleri hayata geçirmesinden bağımsız düşünmenin mümkün olmadığı herkes tarafından bilinmektedir.
Yaşanan savaşın bütün acıları ortadayken politik olarak bu savaşın aktörlerinin ne söyledikleri emekçi halkımız tarafından net bir şekilde okunmalıdır.
Bugün İkinci Cumhuriyet rejiminin, başka bir deyişle AKP iktidarının Kürt emekçilerine verebileceği ancak ve ancak ya faşizm ya da gericilik ve piyasalaşmadır. İkinci Cumhuriyet rejimine onay ya da tankla-topla, baskıyla boyun eğdirme dışında bir seçenek bırakılmamıştır.
Bugün emperyalizmin Ortadoğu halklarına yaşattığı acılar ortadayken, emperyalizmin Kürt emekçilerine verebileceği tek şey kendisine bağımlılık olacaktır.
Kürt siyasi hareketi, programatik olarak sınırlarına gelmiştir. Gericilikle, emperyalizmle ve sermaye ile arasına mesafe koymayan Kürt siyasi hareketinin, Kürt emekçilerine vaat ettiği kurtuluş ya emperyalizme bağımlı yeni bir sermaye devleti ya da emperyalizme bağımlı AKP’nin kurduğu gerici sermaye düzenine entegrasyondur. İster fiili özerklik isterse yeni anayasayla gündeme gelecek “öz yönetim”e kimse kutsal anlamlar yüklememelidir. Özerklik ve özyönetim adıyla ortaya konulan siyasal talebin sınıfsal yapısına ve toplumsal-ekonomik modeline dair tek satır yazılmadan, sadece merkezi devlet ile yerel idare arasındaki ilişkiler üzerinden tarif edilen “özyönetim” talebinin ayakları havada kalmaktadır. Bir yandan gerici açılımlar bir yandan emperyalist ABD ile ilişkiler ve diğer yandan “Kürt burjuvazisi” ile yapılan toplantılar ortada iken Türkiye topraklarında dile getirilen öz yönetim, bize göre devrimci bir politika değildir. Ya parçalanmanın ya da piyasalaşmanın önünü açacak bu siyasal perspektifin Türkiye’yi daha demokratik bir yapıya dönüştüreceği tam bir yanılsamadır. Birincisinden etnik temelli bir iç savaş, diğerinden ise AKP tarafından kurulan gerici rejimden demokratlık beklentisi gibi “yetmez ama evet”çilik çıkacaktır.
Toplumsal kurtuluş için
Komünistler görüşlerini saklamazlar. O yüzden bugün Kürt sorununda büyük bir kırılma noktasına gelen siyasal tabloya dair söz ve tutumumuzu aşağıdaki ilkeler belirlemektedir:
Birlik, kardeşlik, barış, özgürlük; laik, bağımsız bir emekçi cumhuriyetiyle mümkündür.
Halka hürriyet, Sosyalist Cumhuriyet!
Türkiye Komünist Hareketi
Merkez Komitesi