0541 515 1920 | iletisim@tkh.org.tr

Kapitalizm sömürü demektir. Kapitalist düzende ücretli kölelik hüküm sürmektedir. Köleci toplumdan tek farkı ücretli sömürünün olmasıdır. Bir yanda üretim araçlarına sahip patronlar, diğer yanda işgücünü satarak yaşamaya çalışan emekçiler vardır. Bu düzende patronlar, emekçilerin yaratmış olduğu artıkdeğere el koyarak zenginleşirler. Kapitalizmin işlemesinin tek yolu kârdır, kâr ise emekçilerin ürettikleri değere el koyarak ortaya çıkar.

Eşitsizlik tam da buradan çıkmaktadır. Bir yanda zenginler sömürücü sınıflar, diğer yanda emeği ile geçinenler, yoksullar, işsizler… Bu durum kapitalizmin gerçek yüzüdür. Eşitliğin olmadığı yerde, paranın hüküm sürdüğü bir düzende emekçilerin özgürlüğü de mümkün değildir.

Bugün dünyada kapitalist-emperyalist sistem hüküm sürmektedir. Açlık, yoksulluk, işsizlik, göç, katliamlar, savaşlar, gericilik bu sistemin bir sonucudur. Bugün kapitalist-emperyalist sistemin insanlığa vereceği hiçbir şey yoktur. Tek amaçları sömürünün, talanın, yağmanın devamı ve kârlarının korunmasıdır.

Çünkü sosyalizm insanlığın kurtuluşunun sağlanacağı; eşitlik, özgürlük ve adaletin gerçek anlamda var olduğu; sınıfsız ve sömürüsüz düzenin adıdır. Sosyalizm, sınıfların ve sömürünün ortadan kalkması için işçi sınıfının iktidarda olduğu düzenin adıdır. Sosyalizm; kapitalist düzende iktidar olan sermaye sınıfının yerine işçi sınıfının iktidara geldiği, üretim araçlarında özel mülkiyetin değil, kamu mülkiyetinin olduğu, yer altı ve yer üstü kaynaklarının kamulaştırıldığı, eğitimin, sağlığın, barınmanın, yani en temel insani ihtiyaçların devlet tarafından ücretsiz şekilde karşılandığı düzendir.

Kapitalizmde üretim toplumsaldır, ancak mülkiyet bireyseldir. Sosyalizm bu çelişkinin ortadan kaldırılmasıdır. Türkçeye “toplumculuk” olarak çevrilebilen sosyalizmin genel ilke ve amacı şudur: “Herkesten yeteneğine göre alınacak, herkese eşit bir şekilde dağıtılacak.”

Öncelikle özel mülkiyete dayalı kapitalist üretim biçiminin yerini kamu mülkiyetine dayalı sosyalist üretim biçiminin alması gerekir. Bunun için yıllardır emekçileri sömürerek var olan burjuvazinin iktidardan indirilmesi gerekmektedir.

İşçi sınıfının iktidarında bütün fabrikalar, madenler, toprak, enerji kaynakları, yani bütün üretim araçları kamu mülkiyetine geçirilecek, devletleştirilecektir. Kısacası halkın malı halka verilecek; toplum tarafından yaratılan değerlere el koyan azınlığın elinden alınacak, zenginleryoksullar, sömürenleremekçiler ayrımı ortadan kaldırılacaktır. Böylece herkes iş sahibi olacak, üretim sürecine katılacak ve emeği ile geçinecektir. Eşitliğin sağlanması açısından toplumsal üretim sürecinde eşitlenen toplum, yasal, hukuki alanlarda buna uygun adımlar ile de güvenceye alınacaktır. Bu açıdan kapitalist düzende maddi hiçbir gerçekliğe oturmayan eşitlik söylemi, sosyalizmde ayakları üzerine oturtulacaktır.

Kamu mülkiyetine geçen bütün işletmelerden elde edilen değerler ve gelirler toplumun hizmetine sunulacaktır. Bunun için merkezi bir planlama ve kalkınma modeli ortaya konacaktır. Böylece temel bütün ihtiyaçlar, barınma, ulaşım, ısınma, sağlık, eğitim vb. bütün hizmetler herkese bedelsiz olarak sunulacak, insanca yaşanılan bir düzen kurulacaktır. Çok büyük kârlar elde eden şirketler ve asgari ücretle geçinmek zorunda kalan emekçiler sosyalizmde tarih olacaktır.

Komünistler için çok fazla yalan üretilmiştir. “Vatansız”, “dinsiz”, “mülkiyet ve devlet düşmanı” gibi kavramlar bunlardan sadece birkaçıdır. Çünkü sosyalist düşünce en fazla sömürücüleri, işbirlikçileri ve gericileri rahatsız etmekte, onların düzenini sorgulamaktadır. Kurdukları yağma, talan düzeninin yıkılmaması için bu düzenin tek gerçek alternatifi olan sosyalizme bu şekilde saldırmakta, yalan ve iftira atmaktadırlar. p>Ülkemizde dinci gericilikten beslenen egemen düzen siyasetinin siyasal yaşama kattığı bir kavram vardır, takiye. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre “takiye”, olduğundan farklı görünme, sakınma, çekinme, gizleme anlamlarına gelmektedir. Düzenin egemen aklı, biz ilericilere, sosyalistlere, devrimcilere de takiye yapmamızı salık veriyor. “Komünist ismi insanları ürkütür, isminizi gizleyin, olduğunuzdan farklı görünün” diyorlar.

İnsanın insanı sömürmediği, kaynakların verimli bir şekilde kullanıldığı, zengin bir toplumun yaratılabileceğine inandığımız için komünistiz. Komünistler yurtseverdir, toplumcudur, kamucudur, ilericidir, laiktir, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten yanadır. Bu niteliklerinden dolayı komünist olmak, bizim için bir onur kaynağıdır. Şeriatçısının ırkçısının, kapitalistinin kendi kimliğinden utanmadığı bir ortamda, komünistlerin kendilerini gizlemek şöyle dursun, daha fazla anlatmaları gerekir. p>Öte yandan komünist isminin halkı korkuttuğunu düşünen samimi dostlarımıza ise sormak gerekir; yarın insanları korkuttuğu iddia edilirse ‘laik ve ilerici” olmaktan vazgeçerler mi? 0 yüzden mesele doğru bildiğin yolda, boynunu eğmeden, korkmadan yürüyebilme, kendi doğrularını milyonların doğrusu yapma meselesidir.

Bizim işimiz "öbür dünya"yla değil. Biz, adaleti bu dünyaya getirme mücadelesi veriyoruz! Savaşlar, eşitsizlik, sömürü söylendiği gibi bir alın yazısı değildir. İnsanlık isterse ve mücadele ederse, adil ve eşit bir dünya kurabilir. Bu yüzden sosyalizm, din adına adaletin tecellisini "öbür dünyaya" bırakan, eşitsizlikleri "kader" olarak gören bütün anlayışlarla mücadele eder.

Sosyalist bir düzende din elbette yasaklanmayacak. Fakat toplumun herhangi veya belirli bir dini anlayış üzerine kurulmasına ve şekillenmesine de izin verilmeyecektir. Sosyalizm laik bir toplumsal düzeni savunur, toplumdaki bütün dini inançlara eşit mesafede durur. Ayrıca her dinin kendi inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlanması için gerekli önlemlerin alınmasını da savunur.

Komünistler, kişisel inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlandığı, ancak dinin siyasal ve toplumsal yaşantının kuralları belirlenirken bir referans olmaktan çıktığı, laik bir toplum ve devlet yapısından yanadırlar

Din ve vicdan özgürlüğü başkadır, dinin toplumsal ve siyasal hayata kurallar koymaya kalkışması, yani siyasallaşması başka. Siyasetin ve toplumun kurallarını, çağın koşulları ve insanlığın vardığı gelişkinlik düzeyi belirler. Örneğin insanlık, kadınerkek eşitliğini bir değer ve bir kural olarak kabul etmiştir. Kimse dini gerekçe göstererek, kadınların toplumda ikinci sınıf insan muamelesi görmesini savunamaz. Ya da kimse, çağdaş ceza kanunları yerine dinin öngördüğü cezaların uygulanmasını savunamaz.

Dinci gericiler ve yobazlar, meselenin bir kişisel inanç meselesi olarak görülmesine itiraz ederler ve şöyle derler: "Din sadece kişisel bir mesele değildir, toplumsal ve siyasal düzen hakkında da kurallar koyar." Yani aslında, toplumsal ve siyasal hayatın da dine göre düzenlenmesini isterler.

Sosyalizmde ise insanların kişisel inanç ve vicdan özgürlüğü vardır. Tam da bu yüzden dinci gericiliğe karşıdır; çünkü gericiler, başka inançtan insanlara ve inanmayanlara baskı kurarlar.

Kapitalizm sömürü üzerine kurulan sınıflı bir toplumdur. Sömürünün temelinde ise artıkdeğere el konulması vardır. Artıkdeğeri yaratan işçiler, el koyanlar ise üretim araçlarına sahip olan kapitalistlerdir. Bu açıdan sömürünün ortadan kalkmasının yolu üretim araçlarındaki özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasından geçer. Fabrikalar, madenler, toprak, makineler vb. üretim araçlarıdır. Bu araçların üzerindeki özel mülkiyet var oldukça sömürü de devam edecektir.

Sosyalizm, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete karşıdır. Sosyalizm karşıtlarının iddia ettiği gibi insanların kişisel eşyalarındaki özel mülkiyetle bir derdi yoktur. Kişisel sahipliğin ya da mülkiyetin bir üretim aracına karşılık gelip gelmediği önemlidir. Sosyalizmde üretim araçlarında toplumsal mülkiyet olacaktır. Üretilen değer eşit bir şekilde bütün topluma dağıtılacaktır.

Sınıflı toplumlarda bütün halkı birleştiren ortak çıkarlar olduğu varsayımını kabul etmiyoruz. Patronların kendi çıkarlarını, pazar ve kâr arayışlarını ulusal çıkarlar olarak kabul ettirerek, gerek ülke içerisinde gerek başka ülkelerdeki işçiler ve emekçi halklar arasında düşmanlıklar ve karşıtlıklar yaratmasına karşı mücadele ediyoruz. Tüm dünyada işçilerin ve emekçi halkların çıkarları ise sınırlarla değişmeksizin bir ve aynıdır. Tüm dünyada işçiler ve emekçi halklar sermaye tarafından sömürülmektedir.

Bu bağlamda, bütün ulusu birleştiren ortak çıkarlar olduğunu varsayan ulusalcılığın ve ırksal bir ortaklık/ üstünlük tarif eden milliyetçiliğin karşısında yer alıyoruz. Gerçekte bu ideolojiler mülk sahibi sınıfların egemenliğini örtmeye yarar. Enternasyonalizm ise bütün ülkelerin emekçilerinin ortak çıkarlarını savunmak anlamına gelir.

Bununla birlikte, komünistler tereddütsüz biçimde yurtseverdir. Doğduğumuz ve büyüdüğümüz toprakların kurtuluşu için mücadele ederken elbette bu topraklar ile birlikte yaşadığımız ve mücadele ettiğimiz işçilerin ve emekçi halkların çıkarları genel doğrultumuzu belirlemektedir. Komünistler yurtsever oldukları için tüm dünyada ülkelerinin işgaline karşı ilk ayağa kalkanlar olmuşlar, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin en önünde yer almışlar ve kendi ülkelerinin kurtuluşu için hiçbir fedakârlıktan da kaçınmamışlardır.

Bugünkü sömürü düzeninin devamından yana olanların komünistlerle ilgili olarak öne sürdüğü yalanlardan biri de komünistlerin anarşiden yana olduğu, ülkenin yönetilememesini sağlamaya çalıştığıdır. Sabah akşam devletin kendilerini nasıl engellediğinden bahseden piyasa güçleri, devletin küçülmesi hatta önemli hiçbir alanla ilgilenmemesi gerektiğini savunanların, komünistleri devlet düşmanı olarak göstermeye çalışması da başlı başına gülünçtür.

Komünistler, devleti, iktidarı elinde tutan sınıfın aracı olarak görürler. O nedenle, biz devlete değil, o devleti yöneten sınıfa ve yaratılan düzene karşıyız. İnsanın insanı sömürdüğü bu düzende sermaye sınıfı iktidardadır. Devlet, bugün burjuvazinin elinde sömürü düzeninin devamını sağlamak için bir araç konumundadır. Emekçilerin, halkın iktidarında ise devlet, tüm halkın çıkarları için var olacaktır.

Sosyalizm, 1989 yılında ciddi bir yenilgiye uğradı. Sovyetler Birliği deneyimi, insanlığın ileriye doğru atacağı adımlarda sosyalist iktidarların vazgeçilmez olduğunu gösterdi. Ama öte yandan emperyalizmin dünya üzerinde saldırgan politikalarının hüküm sürdüğü koşullarda sosyalist bir iktidarın savunmasız kalmasının sonuçlarının çok kötü olabileceğine de hep birlikte Sovyetler Birliği'nin yıkılış sürecinde görmüş olduk. Aradan geçen süre içinde, bu yenilginin yalnızca eski sosyalist ülke halkları için değil, dünya üzerindeki tüm emekçiler için bir yıkım anlamına geldiği belirginlik kazandı. Geçmişte iş, eğitim, sağlık, konut ve ulaşım sorunu nedir bilmeyen eski sosyalist ülke yurttaşları, bugün, kapitalizmin yalnızca ışıltılı vitrin camları anlamına gelmediğini acı bir şekilde tecrübe etti. Artık kapitalizmin işsizlik, yoksulluk, emekçi çocuklarının okuyamaması, parası olmayanların sağlık hizmetlerinden yararlanamaması ve ellerine geçen az miktardaki paranın da konut ve ulaşım harcamalarına gitmesi anlamına geldiğini onlar da biliyor.

Diğer yandan, sosyalizmin yenilgisinden bu yana, emperyalistler ve sermaye sahipleri, emekçilere çok daha pervasızca saldırıyor. "Sosyalizm tehdidi"nin zayıf düşmesinden bu yana, emperyalist ülkelerdeki emekçiler de, özelleştirmelerle, sosyal devletin tasfiye edilmesiyle, eğitimin paralı hale getirilmesiyle ve taşeronlaştırmayla karşı karşıya.

Evet, kapitalizm henüz "ölmedi". Ölmediği için de, öldürmeye devam ediyor! Sosyalizmin bir kutup olmaktan çıkmasının ardından, savaşlar ve katliamlar başımızdan eksik olmadı. Kapitalizm ölmediği gibi bir dizi musibeti yaşatıyor da... Gericilik, yobazlık, kültürsüzlük, yozlaşma ve savaşlar kapitalizm sayesinde, kapitalizm onları istedi diye yaşıyor. Eğer ölen bir şey varsa, o da, ekonomik ve toplumsal gelişmenin ancak "serbest piyasa" koşulları altında, yani kapitalizm koşulları altında sağlanabileceği iddiasıdır.

Yukarıda anlattığımız tablo sosyalizmin bugün hala ekmek, hava ve su kadar gerekli olduğunu göstermektedir. Bu koşullarda sosyalizmin artık öldüğünü iddia etmek gerçekleri çarpıtma iddiasından başka birşey değildir.

Amacımız sömürüye dayalı kapitalist düzenin yıkılıp yerine halka eşitlik ve özgürlük getirecek bir düzenin, yani sosyalizmin kurulmasıdır.

Öte yandan, sosyalizm mücadelesi bugünkü düzende yaşanan haksızlıklarla mücadele etmeyi gerektirir. Haksızlıklarla mücadele etmeden, tek başına isteyerek ve inanarak bir dileğimizin yerine gelebileceğini düşünmek, bizim dünya görüşümüzle taban tabana zıttır.

Bildiğimiz tek bir şey var; bu sömürü düzeninde insanlığın hiçbir temel sorunu köklü bir şekilde çözülemez. Örnek mi arıyoruz? Bu ülkede haklı olarak ayrımcılığa uğradığını düşünenler var. Onların bir kısmı Avrupa'yı örnek alırsak bu sorunun çözülebileceğini söylüyor. Onlara tavsiyemiz, Avrupa'nın büyük ülkelerinde yaşayan göçmenlerden biriyle on dakika sohbet etmeleridir. Avrupa da dâhil sermayenin egemen olduğu tüm ülkelerde, ayrımcılığın, ezilmenin ve dışlanmanın biri biter, biri başlar. Çünkü sömürü düzeni insanları ezmek, bölmek ve birbirlerine düşürmek üzere kurulmuş bir düzendir. İşte bu yüzden bugün karşılaştığımız her türlü haksızlığı ve eşitsizliği ortadan kaldırmak ve sosyalizmi kurmak için var gücümüzle mücadele edeceğiz. Çünkü kapitalizmde yaşadığımız sorunların köklü çözümü yalnızca sosyalizmdedir.

Siyasette sağ ve sol gibi kavramların öldüğünü iddia edenlere dikkat edin, bu kişiler aynı zamanda solun tanımını değiştirmek için de ellerinden geleni yapanlardır. Sovyetler Birliği çözüldükten sonra "ideolojilerin sonu", "tarihin sonu", "medeniyetler çatışması" diye bir yaygara kopardılar. Sosyalizm geçici bir yenilgi yaşamış, kapitalizm iktidara yerleşmişken ideolojiler öldü demek, "iktidardaki ideolojiye artık kimse dokunmasın, bir daha kapitalizm sorgulanmasın" demek değil midir?

Solculuk eşitlikten ve özgürlükten yana olmak, emekçilerin çıkarlarını savunmaktır. Bu tanımın yerine solculuk diye herkesin istediğini yapmasını, etnikçilik, kimlikçilik gibi kavramları yerleştirmeye çalışanlar büyük bir yalan söylüyorlar. Eşitliğin olmadığı yerde özgürlük nasıl savunulabilir? Güçlü ve güçsüzün olduğu bir ortamda istediğinizi yapmakta özgürsünüz dendiğinde ortaya güçlünün her istediğini yaparak güçsüzü ezdiği, kendi iktidarını sağlamlaştırdığı bir düzen çıkar.

Öte yandan, bugün "insanlar dinlerine, etnik kimliklerine göre tanımlansın" diyenler her şey olabilir ancak solcu olamaz. Yıllardır din ve millet uğruna milyonlarca kişinin kanını dökenler aynı şeyleri söylemediler mi? Solun mücadelesi aydınlanma, emeğin kurtuluşu, insanlığın her türlü prangadan koparılması, insanın dini ve milleti için değil, insan olduğu için değer kazanması mücadelesidir.

Emek sömürüsü, eşitsizlik, emperyalizm, gericilik, ırkçılık, baskı, hukuksuzluk, savaş ve ayrımcılık var oldukça, yani her biçim ve tonuyla "sağ" var oldukça; onlara karşı mücadele eden "sol" ve sosyalizm de var olacaktır. Ta ki, eşit ve özgür bir toplum kuruluncaya kadar...

TKH ülkemizin temel sorunlarının çözümü için sosyalizme geçmeyi zorunlu görmektedir. Sosyalizm, üretim araçlarının tüm toplum adına devletin mülkiyetinde olduğu bir düzendir. Bu sayede sosyalist ekonomi halkın ihtiyaçları doğrultusunda planlanabilir.

İhtiyaç maddelerinin ve hizmetlerin kâr için üretilmediği bir toplumdan söz ediyoruz. Çalışabilir durumdaki herkese devletin iş bulmak zorunda olduğu bir toplumdan... İnsanların diline, inancına, cinsiyetine, tercihlerine göre ayrımcılığa uğramadıkları bir düzenden, adaletten... Eşitlik, özel mülkiyet rejiminde yalandır!

Sosyalizm eşitliğin gerçek temellerinin kurulmasıdır.

Sosyalist Türkiye gerçek bir halk aydınlanmasına sahne olacaktır. Kapitalizm insanların bilmemesini, karışmamasını, hayat içerisinde nesne olmasını tercih eder. Sosyalizm ise tam tersini...

Sosyalist Türkiye'de memleketin bağımsızlığı ve diğer ülkelerle barışçı ilişkiler tesis etmek temel ilkedir.

Emekçilerden başlayarak tüm toplumun örgütlü olması sosyalizmin doğası gereğidir. Sosyalist Türkiye'de yurttaşlara paranın ve yalan makinesi medyanın baskısı altında birkaç yılda bir oyları sorulmayacak, örgütlü toplum temsilcileri aracılığıyla, halkın iktidarı her düzeyde olacaktır.

TKH işçi sınıfının partisidir. TKH yalnızca halkın gücüne ve iradesine inanır. Sosyalizm yalnızca örgütlü emekçilerin mücadelesiyle kurulabilir.

Yine sosyalizmi örgütlü halk koruyacak ve geliştirecektir. Sermayenin sahte demokrasisinin yerini sosyalist demokrasi alacaktır. Halkın desteğini yitiren herhangi bir düzenin ayakta kalması mümkün değildir.

Sosyalist devrimini gerçekleştirerek özgürlüğü, eşitliği, adaleti kendi mücadelesiyle elde eden Türkiye'nin emekçi halkının ve onun öncü sınıf partisi TKH' nin görevi ve mücadelesi elbette ki iktidarın alınması ile sona ermeyecektir. Türkiye'nin emekçi halkının karşısına her türlü karşı devrimci kişiler, gruplar, ideolojiler, hatta emperyalist-kapitalist dünyanın güçleri çıkacak ve tüm kazanımları geri almak, sosyalist iktidarı yıkmak için çabalayacaklardır. TKH, örgütlü halkın bir parçası olarak bu mücadelede yerini alacak, sosyalizmin kazanımlarını daha da ileriye taşıyacak adımları atacak, ta ki sınıfsız sömürüsüz komünist bir toplumsal düzen kuruluncaya kadar emekçi halkının yanında yerini alacaktır.

Sosyalizmin ve komünizmin halka rağmen sürdürülen bir düzen olduğu koskoca bir yalandır. Oysaki TKH, halkı için halkıyla beraber örgütlenmeye ve mücadele etmeye devam edecektir.

WhatsApp