0541 515 1920 | iletisim@tkh.org.tr

TKH`den Seçim açıklaması: 1 Kasım seçiminin anlamı sorgulanmalıdır!
Türkiye önemli bir kavşakta yeni bir seçime gidiyor. Bu seçim, 7 Haziran’da yok hükmünde sayılan bir genel seçimin tekrarı olması sebebiyle, üzerinde gölgeler bulunan bir seçim olacaktır.
TKH`den Seçim açıklaması: 1 Kasım seçiminin anlamı sorgulanmalıdır!
Basına ve Kamuoyuna, Türkiye önemli bir kavşakta yeni bir seçime gidiyor. Bu seçim, 7 Haziran’da yok hükmünde sayılan bir genel seçimin tekrarı olması sebebiyle, üzerinde gölgeler bulunan bir seçim olacaktır. Bu gölgeler, 7 Haziran seçim sonuçlarını “içine sindiremeyen” bir siyasi iktidarın oyunlarına, provokasyonlarına ve manipülasyonuna açık koşulların varlığıyla ilgilidir. Sermaye düzeninin yaşadığı sıkışma 1 Kasım’da yapılacak genel seçimlerle aşılmak istenmektedir. Seçimlerin birinci turu olarak görülebilecek 7 Haziran’da istenen sonuç, İkinci Cumhuriyet’in kurucu öznesi AKP açısından oluşmamıştır ve yeni bir hamleyle, yaşanan bu sıkışma aşılmaya çalışılmaktadır. Bu sıkışmanın özünde İkinci Cumhuriyet rejiminin çarptığı nesnel duvarlar vardır. Gerici, işbirlikçi ve piyasacı bir rejim olarak ülkemize giydirilmek istenen İkinci Cumhuriyet elbisesi Türkiye’ye dar gelmiştir. Laik toplumsal kesimlerin düzene tepkisi, dış politikada yaşanan başarısızlık, Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve ekonomik alanda yaşanan kriz, İkinci Cumhuriyet rejiminin kuruluş ve yerleşme sancıları olarak çarptığı duvarlardır. İkinci Cumhuriyet rejimi, hem bu sorunları aşma, hem de sorunların nedeni olan, rejimin kurucu öznesi AKP iktidarının nesnel varlığı arasındaki çelişkiyle karşı karşıyadır. Tekrar edilmek durumunda kalan seçimlerin özünde bu nesnel gerçeklik bulunmaktadır. Bu açıdan 1 Kasım seçimlerinin her şeyden önce, emekçi halkımızın çıkar ve taleplerince değil, sermaye düzeninin yeniden yapılanmasındaki ihtiyaçlar tarafından dayatıldığı görülmelidir. Bundan ötürü, sermaye düzeni, girdiği sürecin sonucu olarak yaşadığı sıkışmayı aşma niyetiyle, 1 Kasım seçimini emekçi halkımızın önüne getirmiştir. Yaşanan sıkışma bugün, Meclis’in bile yok hükmünde sayıldığı, çatışma ve savaşın yaşandığı, her gün ölüm haberlerinin geldiği baskıcı, hukuksuz, çatışmacı bir tabloyu ortaya çıkarmış, bu tablo seçimlerin üzerine - seçim güvenliği, sandık sayımı, seçmen sayısı vb. bağlamında da – büyük bir gölge düşürmüştür. Bugünün siyasal tablosunda, bir önceki seçim sonuçları da veri alındığında, sonuçlarının neyi ne kadar değiştirebileceği herkesçe açık olan ve Meclis’in yok sayılabildiği bir ortamda yapılacak seçimlerin anlamı sorgulanmalıdır. Ülkemizin bağımsızlık, laiklik ve emek mücadelesinde bu seçimin tek başına belirleyici bir yeri yoktur ve ancak sermaye düzeninin nasıl bir yönelime gireceğini belirlemesi nedeniyle önem atfedilebilir. Düzenin yaşadığı sıkışmanın bir başka ve önemli boyutu ise Haziran Direnişi olduğu gerçeği yeniden hatırlanmalıdır. İkinci cumhuriyet rejimi, 12 Eylül 2010 referandumu ile birlikte yeni bir aşamaya geçerek her alanda kendini yerleştirme çabası içinde bulunurken, bu gidişe karşı büyük bir halk tepkisi ortaya çıkmıştır. Haziran Direnişi, İkinci cumhuriyet rejimine karşı büyük bir direnç olarak AKP iktidarının bütün hesaplarını bozmuştur. Bu tepkinin soğrulması düzen açısından sandık siyasetinin içine çekilerek sağlanmaya çalışılmış ve halkın direnişi ve toplumsal tepkisi düzen kanalları içinde eritilmek istenmiştir Bundan dolayı, sermaye düzeni açısından önemli bir kavşakta ve kesitte gündeme gelen bu seçim, İkinci Cumhuriyet rejiminin, ya AKP’li tek parti hükümetiyle yol alarak ya da değil, ancak her iki durumda da, yeniden yapılanmasını gündeme getirmenin yolunu açacaktır. Son kertede, böylesi bir tablonun İkinci Cumhuriyet rejiminin sınırlarını zorlayacak bir yönelime girmesi, bugün emekçi sınıfların örgütlülüğü göz önünde bulundurulduğunda, olası görünmemektedir. Sosyalistler dışında emperyalizmle bağlaşıklığı bozacak başka bir alternatif siyasi güç bulunmamaktadır. Bu olasılığı güçlendiren olguların başında, emperyalizmin bölgesel politikalarının parçası olan Türkiye’nin girdiği yol ve onun sınırları gelmektedir. Bugün sosyalistler dışında, emperyalizmle Türkiye’deki sermaye düzeninin bağlaşıklığını bozacak başka bir alternatif siyasi güç bulunmamaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi, AKP karşıtı bir muhalefet hareketi olmakla birlikte, bugün İkinci Cumhuriyet’in CHP’si olmuştur. Düzenin, emperyalizmin ve sermaye sınıfının çıkarlarını zorlayacak bir siyasal programa sahip değildir. Bir düzen partisi olarak CHP’nin, AKP’ye muhalif olması, sermaye düzeninin yaşadığı sıkışmada diğer bir ekol ve seçenekten başka bir anlama gelmemektedir. Halkların Demokratik Partisi ise, bugün çatışma ortamının bütün yükünü taşımasına ve 7 Haziran seçimlerinde AKP’yi parlamentoda gerileten bir güç olarak gösterilmesine rağmen İkinci Cumhuriyet rejimini karşısına alan bir siyasal aktör değildir. Cumhuriyet kazanımlarının ortadan kaldırıldığı AKP’li karşı-devrim süreci, Kürt siyaseti açısından alan açıcı bir süreç olarak görülmüş, 7 Haziran seçimleri sonrası oluşması beklenen parlamento ise Kürt siyaseti tarafından “kurucu meclis” talebiyle ele alınmıştır. Bu çerçevede, İkinci Cumhuriyet rejimi içinde “Kürt sorununda çözümü” kendisine tek hedef olarak ortaya koyan bir partinin, sermayeye, emperyalizme ve gericiliğe tam boy karşı duruşu bulunmamaktadır. Dinci gerici siyasal güçlerle kurduğu ilişkiden tutun, bu güçlerden temsilcileri milletvekili adayı olarak gösterip Meclis’e taşıyan HDP’nin, özgürlüğün temel garantisi olan laiklik ilkesini başa yazmadığını dile getirmek gerekmektedir. Aynı zamanda Kürt sorununun çözümü bağlamında, ABD ve AB emperyalizminden destek isteyen hatta emperyalizmin askeri gücü NATO’nun devreye girmesini talep eden bir siyasal çizginin gerçek bir alternatif olarak görülmesi hayli yanıltıcı olacaktır. Ülkemizdeki kapitalist sistemi sorgulamayan ve sistemi, demokratik reformlar yoluyla ıslah etmeye çalışan bir siyasi çizginin son noktada Türk ve Kürt emekçileri açısından alternatif bir düzen ortaya koyması mümkün görünmemektedir. Bu açıdan HDP, İkinci Cumhuriyet’in kriz başlıklarından biri olan Kürt sorununun çözümü konusunda, sermaye düzeninin yeniden yapılandırılmasında bir misyon edinebileceğinden, düzene karşıt bir konumda bulunmamaktadır. Bugün ülkemize giydirilmek istenen ve dar gelen İkinci Cumhuriyet elbisesini yırtacak olan tek şey, emekçilerin bizzat kendisi ve örgütlü mücadelesidir. Emekçilerin örgütlülüğü ve siyasal temsiliyeti sağlanmadan 1 Kasım seçimlerinde kurulmaya çalışılan “dengenin” bozulma ihtimali zayıftır. Bu tabloda emekçi taleplerinin, bağımsızlığın, anti-emperyalizmin ve laikliğin temsiliyeti ancak ve ancak sosyalistlerin temsiliyeti ile mümkündür. Sosyalist hareket bu misyonunun üzerine gölge düşürecek bütün girişimlerden uzak durmalı, bu temsiliyeti doğrudan üstlenecek bağımsız bir siyasal aktör olarak ortaya çıkmalıdır. Bu açıdan sosyalist hareketin, bugün “AKP muhalifi” düzen güçleriyle bir ittifakı ya da onlara desteği, bu gölgenin düşmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Sosyalist hareket, bu temsiliyeti maddi bir güç haline getirmeli, bunun yolunun halk içinde örgütlenme ve siyasal çalışmayla mümkün olacağını bilmelidir. Burjuva düzende gerçekleşen seçimler, düzen karşıtı devrimci bir duruşu temsil eden sosyalistler açısından elbette değerlendirilebilecek siyasal platformlar olarak görülmelidir. Ancak, 7 Haziran’daki tablo ve bugün seçimlerin yapıldığı koşullar ile özel olarak 1 Kasım seçiminin çerçevesi, sosyalist hareketin seçimlerde ”etkili olma” şansını fazlasıyla sınırlandırmaktadır. Bunun, yukarıda sıralananlar dışında bir diğer nedeni de, adaletsiz seçim sistemi ve seçim barajı haksızlığıdır. Bu adaletsiz sistem, düzen karşıtı güçleri toplumsal algıda gerçek bir alternatif haline getirmenin önemli engellerinden biridir. Sosyalist hareketin herhangi bir öznesinin tek başına propaganda amacıyla, diğer seçimlerden farklı olarak özel bir anlama sahip olan 1 Kasım seçimlerine katılması ise AKP iktidarının dayatmalarına ve ikinci cumhuriyet rejiminin yeniden yapılanma ihtiyacına meşruiyet katma olasılığı içermektedir. Sosyalist hareket, belli bir toplumsal gücü oluşturacak ve siyasal etkiyi gösterebilecek başka arayışlara girmeli; seçimlerde sonucu belli etkisizve toplumsal algıda sosyalizmi güçsüz gösteren girişimlerden ve AKP iktidarının hukuksuz ve baskıcı dayatmalarına meşruiyet katmaktan uzak durmalıdır. TKH 1 Kasım seçimlerinde herhangi bir ittifak ya da destek içinde olmayacak. 1 Kasım seçimleri, bugün Meclis’in yok sayıldığı, 7 Haziran seçim sonuçlarının kendileri tarafından bile tanınmadığı, çatışma, baskı ve provokasyonların gündemde olduğu, seçim koşullarının tartışıldığı, AKP iktidarının siyasi hamleleriyle belirlendiği bir tabloda ve düzenin yeniden yapılanmasının önünü açma ihtimali dışında bir almaşığın oluşmayacağı ve aynı zamanda Haziran Direnişi’nde ortaya çıkan toplumsal direncin düzen içi kanallara akıtılmasına yarayacak bir düzlemde,düzenin yeniden yapılanma ihtiyacına meşruiyet katmaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Partimiz Türkiye Komünist Hareketi, yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, 1 Kasım’da yapılacak seçimlerde herhangi bir ittifak ya da destek içinde olmayacak, üyeleri ise sandığa gitmeyecektir. Partimiz, emekçilerin örgütlenmesini ve siyasal mücadelesini yükseltmeyi birinci görev olarak önüne koyarak, laikliğin, yurtseverliğin, bağımsızlığın, sermaye karşıtlığının, anti-emperyalizmin temsiliyetini sağlayacak olan emekçilerin siyasal gücünün vakit kaybedilmeden oluşması amacıyla, büyük bir mücadeleyi ve örgütlenmeyi hayata geçirmek üzere çalışma yürütecektir. Bugün ülkemizin ve emekçi halkımızın kurtuluşu Sosyalist Cumhuriyet mücadelesinden geçmektedir. Yoksa, yıllardır süren bu kayıkçı dövüşünün sona erdirilme şansı olmayacaktır. Sandığa gidecek olan emekçi halkımızı faşist ve gerici partilere oy vermemeye çağırırken, AKP iktidarının ve İkinci Cumhuriyet rejiminin ancak ve ancak örgütlü halkın mücadelesiyle yıkılabileceğini bir kez daha ilan ederiz. Türkiye Komünist Hareketi Parti Konseyi
WhatsApp