Komünistlerin içinde yaşadıkları ülkelerin bayrakları ile sorunları yoktur ve olmamalıdır.
Söz konusu olan Türk bayrağı olduğunda, bu bayrağın emperyalizme ve işgalci güçlere karşı yürütülmüş bir kurtuluş savaşı sırasında şekil-lendiği hatırlanmalıdır. Anti- emperyalist mücadeleyi simgeleyen bir bayrağın yurtseverlerin, devrimcilerin ve komünistlerin elinde eğreti durmayacağı açıktır. Bunun en doğru ve güzel örneği milyonlarca insanın gerici, faşist AKP iktidarına karşı sokaklara döküldüğü 2013 Haziranı`ndaki Gezi direnişi boyunca görülmüştür.
Ancak Türkiye`de doğal olmayan şeyler yaşanmış ve yaşanmaktadır. Türkiye, kendisinin parçası ve asli unsuru olan Kürt halkının inkâr edildiği ve yok sayıldığı bir ülke haline gelmiştir. Bu inkâr politikala-rının en önemli araçlarından birisi, ne yazık ki “bayrak” olmuştur. ABD beslemesi ırkçıların Türk-Kürt düşmanlığı yaratırken bayrağa sımsıkı sarılmaları, onların zavallılığıysa bizim de utancımızdır.
Türk bayrağını yırtan ya da yakanlarla, başka halklara zulmederken eline bayrağı alarak poz verenler, bu ülkeyi büyük bir yıkıma doğru götürenlerdir. 12 Eylül faşizmi sırasında ABD`den emir alan generaller, bayrağı bir işkence aracı olarak kullanacak kadar pervasızlaşmış-lardır. Haftalar boyu gece gündüz İstiklal Marşı dinletilen siyasi tutuklular ucuna bayrak takılmış sopalarla dövülmüştür. Bu uygulamaların geride kaldığı da söylenemez.
Devamı da var… Yeri geldiğinde çetecilerin, uyuşturucu kaçakçılarının, çek-senet tahsil eden mafya özentilerinin cenazeleri Türk bayrağına sarılmakta, cezaevlerinden tahliye edilen katiller bayraklar eşliğinde “ulusal kahraman” ilan edilmektedir.
Bu ülkede “bayrak” suç işleyenlerin, işbirlikçilerin, ABD uşaklarının kendilerini aklama vesilesi durumuna getirilmiştir. Türk bayrağı, emperyalistlerin terör örgütü NATO bayrağının yanına dikilmiştir. Türk bayrağı, emperyalist Avrupa Birliği`nin binasının önünde dalga-lanmaktadır. Suçlarından, vatan hainliklerinden utananlar, bayrağın arkasına saklanmaktadır. Bizim mücadelemiz, faşistleri, ırkçıları, çetecileri, ABD uşaklarını bu bayrağı taşıyamaz hale getirmeye dönüktür.
Kurtuluş Savaşı ve Kuvayi Milliye hareketi, 1919-23 şartlarında, ül-kemizin emperyalist işgalden kurtulmasını ve toplumsal olarak çok önemli ileri adımlar atılmasını sağlamıştır. Ancak, bu kazanımların çok büyük bir kısmı kaybedilmiş bulunmaktadır. Bu kaybın en önemli nedenlerinden birisi, bu hareketin sınıfsal karakteridir.
Türkiye`nin kuruluşunu sağlayan Kurtuluş Savaşı sonrası, kapitalist bir yol seçilmiştir. Ülkenin kurucu kadroları, yeni bir sermaye sınıfı yaratma amacı taşımışlardır. Kurtuluş Savaşı ve Kuvayi Milliye hareketi ülkenin kuruluşundan sonra, girdiği kapitalist yolda anlamını yitirmiştir. Oluşan yönetici sınıf ve devlet bürokrasisi, bağımsızlığı terk etmiş emperyalizmle işbirliğini seçmiştir. Kuvayi Milliye hareke-tinin kurduğu anlamda cumhuriyet, bugün sona ermiştir. Cumhuriyet ve onunla birlikte elde edilen tüm kazanımlara, bugün sadece işçi sınıfı ve emekçiler sahip çıkabilir. Bundan sonra, ülkemizde adının hakkını verebilecek bir cumhuriyet sadece sosyalist bir cumhuriyet olabilir. Sosyalist bir cumhuriyet için ise, sadece emekçiler mücadele edebilir.
Ülkemizi içine düştüğü karanlık ve teslimiyetçi durumdan kurtarmak için gereken hareket bu yüzden sadece işçi sınıfının başını çektiği emekçi halkın hareketidir. Bunun dışındaki hiçbir kesimden özellikle bazı patronlardan ve üst düzey askerlerden toplumsal bir katkı bek-lemek yanlıştır. Çünkü bugün ülkemizde çıkarları emperyalizmden ayrı olan hiçbir patron ve üst düzey asker kesimi bulunmamaktadır ve bilimsel olarak da bulunması mümkün değildir.
AKP; ülkemizi toplumsal hayatın dini referanslarla yönetilmeye baş-landığı, yargı kurumlarının yürütmenin emrine girdiği, laikliğin ortadan kaldırıldığı bir hale getirmek için çalışıyor. Ülkemizde herşey para ile ölçülür hale gelmiştir. Devletin vatandaşa karşı herhangi bir yükümlülüğü yoktur. Ne sağlık, ne eğitim, ne yaşlılık, ne çalışma hak-kı…
Geçmişte bütün bunların dört dörtlük olduğunu iddia etmek mümkün değil. Ama AKP bu saydıklarımızın normal kabul edilmesini dayat-maktadır.
Dinle yönetilen bir Türkiye`de kadınlar göz önünde olmamalıdır. Gençler geleceklerini kurmayı değil, kaderlerine boyun eğmeyi öğ-renmelidir. İşçilerin hakkından bahsetmek gereksizdir. Zaten patron-ların işçi haklarına uygun davrandığı iddia edilmektedir.
Her türlü örgütlenme gereksiz, anlamsız ve hatta yasak ilan edilmeye çalışılmaktadır. AKP iktidarına karşı her çıkış, suç olarak gösterilmek-tedir. Varılmak istenen nokta ise çok açıktır. Emekçilerin örgütsüz olduğu ve kaderine razı hale geldiği bir ülke patronlar için cennettir.
AKP Türkiye`si emperyalizme hizmet yarışındadır. AKP Türkiye`yi Ortadoğu`da, başta ABD olmak üzere, emperyalizmin koçbaşı haline getirmiştir.
Türkiye emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre dönüştürü-lüyor ve yeni bir düzen kurulmak isteniyor.
Bu düzeni tanımlayacak üç kelime vardır: Sömürü, işbirlikçilik ve gericilik.
AKP`nin de yapmak istediği tamı tamına budur.
Anayasalar devletlerin temel yapılarını, örgütlenişlerini ve işleyiş kurallarını gösteren metinler olarak tanımlanır. Ayrıca, bir devletin anayasasının, vatandaşlarının temel haklarını ve özgürlüklerini koru-yan belgeler olduğu dile getirilir. Bu anlamı ile hukuki değil, siyasi belgelerdir.
Bu nedenle de, siyasal, ekonomik ve toplumsal yapıdan bağımsız değerlendirilmeleri mümkün değildir.
TKH Türkiye için sosyalist bir siyasal, ekonomik ve toplumsal düzen öngörmekte, bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`nın da sosyalist bir karakter taşımasını savunmaktadır. TKH`nin bu yaklaşımı ilkeseldir.
Şu sıralar gündemde olan anayasa tartışmalarına bakıldığında, yapı-lacak anayasanın “siviller” tarafından hazırlanması onu 1982 Anaya-sası`nın alternatifi haline getirmez. Keza, “siviller” tarafından hazırla-nacak anayasaya emekçilerin, aydınların dahil olabilmesi bir yana, onlara söz hakkı dahi verilmeyecektir.
Tasarlanan yeni anayasa ile egemenlik uluslararası ve uluslarüstü kuruluşlara verilecek, piyasacılık kutsanacak, devletin topluma yönelik sorumlulukları kağıt üzerinde dahi bırakılmayacaktır. Özgürlükçülük söylemi ile gericilik kurumsallaştırılacaktır. İkinci Cumhuriyet`in idari yapısı hayata geçirilecektir.
Kısacası, 12 Eylül Anayasası`nın devamı bir anayasa yazılacaktır. Ül-kemizin ise 12 Eylül Anayasası`nın devamına değil, eşitlikçi özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır.
Evet karşıyız.
Bu tartışma esas olarak Türkiye`nin idari yapısının değişmesi, adlı adınca İkinci Cumhuriyet rejiminin hukuki zemininin yaratılması, sistemin o zemine oturtulması tartışmasıdır. Bu tartışma havada asılı duran rejimin yerleştirilmesi sorununun bir parçası olarak görülme-lidir. Ülkemizde bu tartışma farklı zeminlerde sadece belli yönleri ele alınarak tartışılmakta ve dolayısıyla halkın kafası karışmaktadır.
Örnek vermemiz gerekirse; Amerikan tipi başkanlık sisteminin Tür-kiye`de karşılığının olup olmadığı, “Türk tipi demokrasi”nin böylesi bir şeyi ne kadar karşılayıp karşılayamayacağı, bazı kişiler olursa başkanlığa karşı olunup başka kişiler olursa o zaman tartışılabileceği, sermaye iktidarından ve Türkiye Cumhuriyeti`nin siyasal toplumsal yapısından bağımsız kalarak başkanlığın ele alınabileceği gibi başlıklar son tahlilde başkanlık tartışmasını ve dolayısıyla başkanlık rejimini meşrulaştırmaktadır.
Ülkemizde var olan kapitalist sistem ve temsilcileri, kendi içerisinde belli bir gelişkinliğe ulaşmıştır ve bununla birlikte kendisi için aslında büyük bir tehdit olan işçi sınıfının bu sistem içerisinde, sorun yarat-madan yaşaması için var güçleriyle çalışmaktadırlar. Yeni anayasa ve başkanlık tartışmalarının tam da bununla alakalı şekilde ele alınması gerekir. Önümüzdeki dönemde piyasa faşizmi zayıflamayacağından, sermaye sınıfı gericiliğin arkasında durmaya devam edeceğinden ve emperyalizmin ülkemiz topraklarında daha fazla kök salmaya çalışa-cağından eminsek, başkanlığın da nereye oturduğunu daha rahat tanımlama şansımız vardır.
Başkanlık ile birlikte tartışılan bir diğer başlık da adem-i merkeziyet-çiliktir. İlk bakışta oldukça adaletçi ve özgürlükçü bir tartışma gibi görünse de yukarıda saydığımız başlıklarla birlikte ele alındığında, başkanlıkla birlikte yürüyecek adem-i merkeziyetçi bir ülke yapısı merkezi iktidarın baskı mekanizmasının zayıflaması anlamına da gelmeyecektir. Tersinden merkezi iktidar daha baskıcı, adaletsiz ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir yan taşıyacaktır. Sermayenin kendisini daha rahat tahkim etmesi ve sömürünün derinleşmesi için en temel garantilerden biri de başkanlık sistemi olacaktır. Ek olarak, adem-i merkeziyetçilik halkın devlet yönetimine katılması değil, sermaye egemenliğinin daha güçlü tahsis edilmesi ve daha rahat dolaşmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Devletlerin siyasal sistemleri toplumsal ve ekonomik yapı ile uyum-ludur. Nihayetinde, bir devletin “tipi” hizmet ettiği sınıf ile belirlidir. Anayasalar da devlet iktidarını elinde bulunduranların bu iktidarı kullanım biçimini ve sınırlarını gösterir.
Bu nedenle, sosyalist bir yönetim biçiminin burjuva demokrasisinin mekanizmaları ile karşılaştırılması anlamsızdır.
Konu demokrasi olunca, böylesi bir tartışmanın başına yönetim me-kanizmalarını koymak gerekir. Kitleler devlet yönetimine ne kadar ve nasıl katılıyorlar sorusu yanıtlanmalıdır. Sosyalist Türkiye`de toplum-sal alanın tek bir noktasının dahi siyasetin dışında durmaması hedefi ile hareket edilecektir. Devlet, aşağıdan yukarıya tüm toplumsal dokuyu kapsayacak şekilde örgütlenecektir.
Bu ise esas olarak, toplumsal yapının toplumsal örgütlenmelerden ayrıştırılamaz bir noktaya taşınması ile gerçekleşecektir. Toplumsal örgütlenmeler yurttaşların tümünün devlet yönetimine katılımına olanak sağlayacaktır. Böylece sermaye sınıfının yaratmış olduğu “dev-letten bağımsız örgütlenme” büyüsü de bir kenara atılacak, kitlelerin doğrudan devlet yönetime katılmalarının önü açılacaktır.
Kısacası sosyalizmde siyaset “özerk” bir alan olarak görülmez. Tartışı-lan, toplumsal örgütlenmelerin devletten bağımsız olması değil (bu durumda devlet örgütlenmesi halka yabancılaşırdı), katılımın konusu ve niteliğinin sürekli olarak nasıl geliştirileceğidir.
Bu nedenlerden dolayı, burjuvazinin “kuvvetler ayrılığı”ilkesi sosyalist demokraside özel bir önem taşımamaktadır. Sosyalizmde birbirini kontrol eden, dengeleyen güçlerden değil, iç içe geçmiş dinamik bir bütünden bahsedebiliriz. Tüm “kuvvetler” halkın denetimi altındadır. Örneğin, işyeri örgütlenmeleri yargı mekanizması içerisine yerleşmiş-tir. Dolayısıyla halkın devlet yönetimine katılımı biçimsel olmayacaktır.
Sosyalistler hiç tartışmasız laiktir.
Bu bağlamda, sosyalistler, dinin patronlar tarafından, tıpkı geçmişte başka egemen sınıflar tarafından yapıldığı gibi, işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde sömürüyü meşrulaştıran, gizleyen ve sınıf mücadelele-rinin gerçek zeminini bozan bir şekilde kullanılmasına karşı mücadele ederler.
İnsanlar, hiç kuşkusuz inanç özgürlüğüne sahip olduğu gibi bir dine inanma ve bunun ritüellerini gerçekleştirme hakkına da sahiptir. Öte yandan, toplumsal ve siyasal yaşamın dini kurallar tarafından belir-lenmesi ve şekillendirilmesi doğru değildir. Bu hem o inanca mensup kişilerin hem de diğer inanç sahiplerinin ve inanmayanların haklarına bir müdahaleyi beraberinde getirmektedir. Dinin bu anlamda toplumda bir baskı aracı haline getirilmesine izin verilemez.
Elbette din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır. Ancak bu yeterli değildir. Dinin, kişilerin inanç özgürlüğü alanında kalıp toplumsal ve siyasal ilişkileri belirleme ve düzenleme aracı olmasının da önüne geçilmelidir.
Fakat sosyalistlerin laikliği savunmaları ve laiklik mücadelesi bununla sınırlı değildir. İnsanın yaratıcı faaliyetlerinin tümünün özgürce yerine getirilebilmesi insanlığın bir bütün olarak gelişimi açısından önemli ve gereklidir. Bu bağlamda, sosyalistler dinin, bilimsel, sanatsal, kültürel ve her türlü insani üretim ve yaratıcılık faaliyetinde bir baskı aracı olmaktan çıkarılmasını ve kişilerin özgürce bu faaliyetleri yerine getirmesini sağlamak için de laikliği savunurlar.
AKP borazanlarının klasik bir yalanıdır: “Çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede sol halktan destek bulamaz.” Aslında asıl dertleri, solu gericilik karşıtı mücadeleden vazgeçirmek, AKP`nin işini kolaylaştırmaktır. Ama sadece onlar değil, kimi solcular ve TKH dostları da, solun toplumsallaşmasının ancak “dinle barışmaktan” geçtiğini düşünüyor.
Basit bir soru soralım: Solun büyük bir toplumsal desteğe sahip olduğu 60`h ve 70`li yıllarda, nüfusun çoğunluğu Müslüman değil miydi? Biliyoruz ki öyleydi. Peki bu durum, solun güçlenmesi önünde engel oldu mu? Dincilerin komünizm karşıtı propagandaları, halkın desteğini engelledi mi? Hayır.
Peki, aradan geçen sürede ne değişti?
Değişen şeyin, toplumun geniş kesimlerinin, bu ülkede daha adil bir düzen kurulabileceğine dönük umudunu kaybetmesi olduğu söylene-bilir. İşte cemaatler ve dinci gericilik, tam da bu durumu istismar etmektedir. Sadaka kültürü, kadercilik ve umutsuzluk sosyalizm mü-cadelesinin önüne engel olarak geçmektedir. Aynı sadaka kültürü, kadercilik ve umutsuzluk, dinci gericiliğin toplumsallaşmasına yara-maktadır.
AKP iktidarı özellikle tam da bu anlayışın varlığından da istifade ede-rek, gericiliği ve din tüccarlığını devlet politikası haline getirmeye çalışıyor. Toplumsal olarak ise tam anlamıyla başarıya ulaşamıyor. Örneğin, Haziran direnişi dinin toplumsal hayattaki gerici uygulama-larına karşı bir çıkışı ve güçlü bir dayanışma kültürünü de içinde ba-rındırmaktaydı. AKP iktidarının bu direnişten korkmasının temel sebebi buralarda aranmalıdır.
Gericilikle mücadele edilirken, insanların dinsel inanışlarını rencide etmemek gerekir. Solun güçlenmesinden korkan gericilerin propa-gandalarına malzeme verilmemelidir. Fakat dinci gericilik, solu “din düşmanlığıyla” suçlamaktan asla vazgeçmeyecektir. Bunun çaresi, gericilerle din istismarı yarışına girmek değildir. Sol, gerici yozlaşmaya karşı toplumun vicdanı olmalı, emekçilere mücadele azmi ve umut aşılamalıdır. Aşmamız gereken en büyük engel budur.
TKH iktidara geldiğinde, herkesin inanç ve ibadet özgürlüğü ile birlikte inanmama özgürlüğü de güvence altına alınacak, kimseye dini inancından ötürü ayrımcılık veya baskı yapılmayacaktır.
Devlet, bütün dinlere eşit mesafede olacaktır. Tüm yurttaşların inanç ve ibadet özgürlüğünün gereklerini yerine getirmeleri devlet tarafından sağlanacaktır. Nüfus cüzdanından din hanesi çıkarılacaktır. Zorunlu din dersleri kaldırılacak ve isteyenin dini inancını öğrenmesinin olanakları devletin desteğiyle ayrıca yaratılacak, din eğitimi asla cemaatlerin ve gericilerin eline bırakılmayacaktır. TKH iktidara geldiğinde, dinin siyasete alet edilmesi anayasal bir suç olacaktır. Halkın dini duygularını istismar eden bütün ekonomik ve siyasal örgütlenmeler yasaklanacak, bireylere dini baskı uygulanması kesinlikle engellenecektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bugünkü haliyle var olmayacaktır. Devlet bünyesinde, halka belli bir dini görüşü aşılayan, toplumsal ve siyasal sorunlar konusunda “fetva veren” hiçbir kuruma yer verilemez. Bu-nunla birlikte, toplumun ihtiyaç duyduğu dinsel hizmetlerin sunulması devletin sorumluluğunda olacaktır.
Dinin arkasına sığınılarak uygulanan, en başta kadınların mağdur olduğu tüm gerici baskıcı uygulamalar engellenecektir. Kadınların ve genel olarak toplumun özgürleşmesine engel olan bağnaz ideolojilere karşı siyasal, ideolojik ve kültürel bir mücadele verilecektir. Gerici iktidarların eğitim sistemini dinselleştirmek adına aldıkları tüm ka-rarlar ve yasalar lağvedilecek, zorunlu din dersleri kaldırılacaktır.
Sosyalist iktidar bir halk aydınlanma hareketine sahne olacaktır.
Cemaat ve tarikatlar Anayasa`ya göre yasadışıdır. Buna rağmen ülke-mizde cemaatlerden geçilmiyor.
AKP`lilerin iddiası şu: Türkiye`deki “laikçi düzen” cemaatleri yasakladı, ama halk cemaatleri bağrına bastı. Oysa doğrusu Türkiye`deki sömürü düzeninin, cemaatlerden yasadışı ve laikliğe aykırı olmalarına rağmen vazgeçmemesidir.
Çünkü cemaatler, yoksul halkı yönetmenin, ona boyun eğdirmenin en güçlü araçlarından biridir. Yoksullara bu adaletsiz düzen karşısında isyan etmek yerine, itaat etmeyi öğretir. Emekçilere hakkını aramak, dayanışmak yerine güçlüden, zenginden dilenmeyi öğretir. Okumak için, iş bulmak için, üç kuruş sadaka alabilmek için… Dilenen ve iste-diğini alamayınca da “kaderim buymuş” diyen bir halk, bu düzen için bulunmaz nimettir!
Yoksullara şükretmeyi, kanaatkar olmayı öğreten cemaatlerin her biri, aynı zamanda holdingdir, büyük bir sermaye grubudur.
Cemaatler, başta kadınlara ve gençlere yönelik olmak üzere toplumdaki gerici baskının örgütleyicisidir. Kız çocuklarını okula göndermeme kampanyalarının arkasında onlar vardır. Kadınların sosyal hayata katılmasına ve çalışmasına karşı çıkarlar. Özellikle küçük şehirlerde gençlere ve öğrencilere karşı ahlak zabıtalığına soyunurlar. Kısacası zihinlerin aydınlanmasına, kültürel ve sosyal yaşamın özgürleşmesine, kadın-erkek eşitliğine düşmandırlar.
Bu nedenle TKH, cemaatleri eşit ve adil bir toplumun, emekçilerin hak arama mücadelesinin ve özgürlüklerin düşmanı olarak görür.
Gericilik, kurmak istediğimiz eşitlik ve özgürlük düzenine düşmandır! Halkın dinsel inançlarını sömürenlerin en büyük korkusu, bugünkü sömürü düzenin değişmesidir.
Solcular eşitlikçidir, halkçıdır. Bu ülkede işçiler ve emekçiler ne zaman haksızlıklara karşı harekete geçse, karşılarına yobazlar çıkarılır.
Solcular bağımsızlıkçıdır, emperyalizme karşıdır. 60`h yıllarda ABD`nin 6. filosuna karşı eylem yapan ilericiler, karşılarında eli silahlı yobazları bulmuştur.
Solcular aydınlanmacıdır, insan aklının özgürleşmesinden yanadır. Dinciler, Sivas`ta aydınlarımızı diri diri yakmak gibi katliamların altına imza atmıştır.
Türkiye`deki egemen sınıflar, bunu çok iyi bildikleri için cemaatlerin ve dinci gericiliğin güçlenmesine izin vermiştir. 12 Eylül rejimi, bunu çok iyi bildiği için Türk-İslam sentezi adı altında ülkeyi dinselleştir-miştir.
Emperyalistler de dinci gericiliği desteklemektedir. Tarih boyunca emperyalistler, ezilen ülkelerde bağımsızlıkçı ve ilerici hareketlerin karşısına dincileri çıkarmıştır. Bugün ABD`nin düşman ilan ettiği Ta-liban gericiliği, Afganistan`daki solcu hükümeti devirmek için bizzat ABD tarafından iktidara getirilmişti! Dinci gerici hareketlerin Ortado-ğu`da güç kazanması, ABD`nin Sovyetler Birliği`ne karşı “yeşil kuşak` oluşturma politikalarının ürünüydü! Hamas, Filistin`in ilerici bağım-sızlık hareketini zayıf düşürmek için, İsrail tarafından desteklenmişti.
Dinci gericiliğin nasıl bir vahşet ürettiğini yıllardır komşumuz Suri-ye`de görüyoruz. IŞİD, Nusra Cephesi, İslam Cephesi, Özgür Suriye Ordusu gibi çok çeşitli isimlerle karşımıza çıksa da, bazılarına terörist bazılarına ılımlı sıfatları yakıştırılsa da cihatçı çeteler kafa kesmekte, insanları parçalamakta ve katletmektedir. Tüm bu çeteler emperya-listler tarafından önce Libya`da sonra Suriye`de halkların üzerine salınmıştır. Bugün de emperyalizm tarafından IŞİD`e karşı mücadele kisvesi altında başka çetelere silah yardımı yapılmakta ve katliamlar desteklenmektedir.
Dinci gericilik, sermaye sınıfının, emekçi sınıflara karşı kullandığı silahların en önemlilerinden birisidir. Bu silah tarih boyunca da ezen sınıflar tarafından ezilenlere karşı çok yoğun bir biçimde kullanılmıştır.
TKH, dinci gericiliği, sınıflar mücadelesine oturtmakta, sınıfsal bir bakış açısıyla karşı çıkmaktadır.
Türkiye Komünist Hareketi, laik bir cumhuriyetten yanadır. Laik bir yönetimde dinin siyasete alet edilmesinin en önemli araçlarından biri olan ve inanç özgürlüğünü ortadan kaldırdığını düşündüğümüz tarikat ve cemaat gibi yapılanmaları doğru bulmuyoruz. Bugün de ülkemizde ortaya çıkan cemaat ve tarikatların devlet yönetiminde nasıl etkili hale geldikleri bilinmektedir. AKP iktidarı bugüne kadar cemaat ve tarikatları kollamış ve onların desteğini alarak iktidar olmuştur. Bugün devletin resmi belgelerinde terör örgütü olarak görülen Gülen Cemaati de daha dün yine devlet tarafından “resmi” olarak kabul edilen bir cemaatti. Ayrıca Gülen Cemaati, devlet bürokrasisine sızarak devlet yönetimini ele geçirmeye çalışan siyasal bir örgütlenmedir.
AKP ile Gülen Cemaati arasındaki kavga, iki düzen yanlısı ve gerici örgütlenmenin rekabetinden başka bir şey değildir. Her ikisi de emek düşmanı, işbirlikçi ve gericidir. Bugün verilen kavga ülkemizin ilericilik-gericilik mücadelesinde bir yere oturmamaktadır. TKH, bütün cemaat ve tarikatların kapatılmasını savunmaktadır ve aynı zamanda laik bir cumhuriyetten yanadır. TKH, sermayeye, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelesinde yalnızca emekçilerin yanında yer alır. Düzen içi aktörlerin kayıkçı kavgasından emekçilerin bir kazanımı olamayacağını bilir.
Türban, uzun yıllar boyunca siyasi bir kavganın simgesi olmuştur. Bir tarafta dinci gericilik meselesini türbana indirgeyenler, öte tarafta bu meseleyi kaşıyarak siyasi rant elde edenler… Her iki kesim de bu sorunu çözmek için değil, çözmemek için çaba harcamıştır.
Komünistler insanların kılık kıyafetine bakarak ayrımcılık yapmaz. Komünistler, inançları gereği örtünmeyi tercih eden insanlara baskı kurmaz. Bizler, diri diri insan yakan yobazlara benzemeyiz, zorba değiliz!
Fakat Türkiye`nin büyük bölümünde kadınların örtünme baskısıyla karşı karşıya olduğunu da göz ardı etmeyiz, edemeyiz. Bugün bırakın taşrayı, büyük şehirlerdeki mahallelerde bile kadınlar işe girebilmek, hatta sokağa çıkabilmek için örtünmek zorundadır. Kadınlar üzerindeki bu gerici baskıyı da asla kabullenemeyiz.
Sözde insanların “özgürlüğü” için mücadele eden AKP ve benzerleri, kadınlara ve hatta ilkokul çağındaki kız çocuklarına uygulanan örtünme baskısına sesini çıkarmıyor. Hatta günümüzde kılık kıyafet özgürlüğü adı altında türban dayatması ilkokullara kadar indiriliyor.
Biz, meseleye salt bir “türban sorunu” olarak bakmayız. Sosyalist iktidar altında insanların giyimi bir sorun olmayacaktır. İnsanlara inançlarından dolayı asla ayrımcılık yapılmayacaktır. Ancak tarikatla-rın başta kadınlar olmak üzere, halkımız üzerinde ideolojik, kültürel ve siyasal bir baskı kurmalarının önüne geçilecektir. Toplumsal yaşamda özgürlükleri kısıtlayan her tür baskı ortadan kaldırılacaktır.
Alevilerin maruz kaldığı ayrımcı politikalar, gerici ikiyüzlülüğün en büyük kanıtıdır. Sözüm ona “inanç özgürlüğünü” savunan gericiler, sıra kendi inançlarından olmayanlara gelince her türlü baskıyı mubah görür.
TKH, Alevilerin inanç ve ibadet özgürlüğünü yok sayan bu gerici zih-niyete karşı çıkar. Aleviliğe yönelik tüm iddia ve aşağılamaları son derece tehlikeli bulur.
AKP ve yandaşlarının Alevilere neden düşman oldukları ortadadır. Her şeyden önce, AKP gerici bir partidir ve bütün gericiler gibi, başka inanışlara düşmanca yaklaşırlar. Aleviler arasında eşitlikçi, aydın-lanman ve anti-emperyalist duyarlılıklar güçlüdür. Bu nedenle, Alevi-lerin büyük çoğunluğu, dinin siyasete ve maddi çıkarlara alet edilme-sine de karşı çıkar.
AKP, Alevilerden dertlidir, çünkü Alevileri bir türlü kendine benzete-memektedir! Çalıştaylar ve benzeri politikalara rağmen, Aleviler arasındaki yaygın AKP karşıtlığı yok edilememektedir.
Elbette Aleviler içinde de gericiler, patron yandaşları vardır. Ancak belirleyen olamamaktadırlar. Alevilerin taleplerinin birçoğu, TKH`nin de siyasal ilke ve hedefleri arasındadır. TKH de zorunlu din derslerinin ve kimliklerdeki din hanesinin kaldırılmasını, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkını, insanların inanç ve ibadet özgürlüğünü savunur. Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden devletin belli bir dini inancı dayatmasına karşı çıkar.
En önemlisi, TKH de Alevilerin çoğu gibi ülkemizi AKP`den kurtarma uğraşındadır!
İki parti de bir diğerini eleştiriyor olsa bile, alternatiflerimiz farklı ve biz kendi alternatifimizi, sosyalizmi çok önemsiyoruz. CHP`nin ise bir alternatif olduğunu düşünmüyoruz.
AKP de, CHP de serbest piyasadan yanadır, AKP de CHP de özelleş-tirmelerden yanadır, AKP de CHP de NATO`dan, ABD`den yanadır, AKP de CHP de Avrupa Birliği`nden yanadır. Bu iki parti arasında siyasi ve ekonomik temel başlıklar açısından hiçbir fark yok.
Son yıllarda varmış gibi görünen farklar da her gün yok olmaktadır. Türban konusundaki tutum bunun en yakın örneğidir. Ancak CHP`nin suçları yakın dönemle sınırlı değildir. Ülkemizin bugün içinde bulun-duğu durumun ilk elden sorumlularından birisi de CHP`dir. CHP top-lumda gericiliğin palazlanmasına karşı çıkmak yerine, daha yıllar öncesinden Ecevit eliyle bu gericilerle işbirliği yapmaya başlamıştır.
Şu anda sürdürülmekte olan ekonomik politikaların mimarı Kemal Derviş`i ülkemize taşıyan Ecevit değil midir? Bunun devamı olarak bugün Kemal Kıhçdaroğlu aracılığı ile CHP`ye yapılmaya çalışılan şey, İkinci Cumhuriyet rejimini meşrulaştıran ve onunla kavga etmeyen bir CHP`nin sekilienmesidir. Görüldüğü kadarıyla bunda başarılı olunmuştur.
TKH bugün elbette eleştirilerinin hedefine temel olarak AKP`yi koy-maktadır. Ancak yukarda sıralananlar nedeniyle, CHP`yi eleştirmemek birçok açıdan AKP`yi aklamak anlamına gelecektir.
CHP`yi destekleyen kitlenin yukarıda söylenenlerden bağımsız ve ayrı olarak solun tabanını oluşturduğu açıktır. Genel olarak cumhuriyet değerlerinden, aydınlanmadan ve emekten yana konum alan bu kitleye ulaşmak elbette solun ve komünistlerin birinci hedefi ve görevidir. Yıllarca solda bu amaçla CHP`nin içinde çalışmak, CHP`yi desteklemek gibi seçenekler tartışıldı. Haziran 2013`de ise bu tartışma sona erdi. Aydınlanmacı, yurtsever, kamucu, halkçı insanlar tüm ülke sathında sokaklarda, alanlarda mücadele kardeşliğini kurdular.
HDP`nin mücadele hattını radikal demokrat olarak nitelemek doğru olacaktır. Parti programından seçimlere yaklaşımına kadar HDP`nin mücadelesi ya da toplumsal hedefleri ekonomik açıdan da, siyasi açıdan da ele alındığında kapitalist sistemin reformlar yoluyla değiş-tirilmeye çalışılmasından öteye gitmemektedir. Dolayısıyla HDP`nin sermaye iktidarı ve buna karşı mücadele, emekçilerin iktidarını he-defleme ve bunu sosyalist devrimci bir dönüşüm ile gerçekleştirme gibi bir gündemi yoktur.
Kürt siyasi hareketinin bir örgütlenmesi olan HDP`nin ana yaklaşımının ve Türkiye projesinin de “demokratik özerklik” olarak tanımlandığı bilinmektedir. Demokratik özerklik, Kürt sorununda çözüm yön-temlerinden biri olarak ortaya konulmuş projelerden bir tanesidir. HDP bunun bütün Türkiye`ye uyarlanabileceğini dile getirmektedir. Ancak demokratik özerklik projesi, Kürtlerin kendi kendini yönetme düşüncesinin karşılığı olmasının ötesinde çok açık bir kapitalist res-torasyon projesidir. Dolayısıyla ulusal sorun için bizim dile getirdiği-miz emekçi çözümüne denk gelmemekte; Avrupa Birliği yerel yöne-timler özerklik şartı ile bağdaştırılmakta ve sermayenin dolaşımı, sömürü için yeni olanaklar sağlayan bir yapı olarak karşımıza çık-maktadır. Oysaki sosyalizm mücadelesi ne demokrasi mücadelesine, ne de ulusal sorunu tek başına özerklik mücadelesine indirgeyen yaklaşımlara terk edilebilir.
Tüm bunlarla birlikte HDP, emperyalizmi, karşısında mücadele edile-cek değil, pazarlık masasına oturulabilecek bir özne olarak görmekte ve siyasi hattını da buna göre şekillendirmektedir. Başta Kürt sorunu olmak üzere, ülkemizdeki emekçilerin herhangi bir sorununun em-peryalist merkezler tarafından çözülmesi mümkün değildir. Hatta tersine tüm bu sorunların kaynağında emperyalist-kapitalist sistem yatmaktadır. Dolayısıyla sosyalistlerin ve devrimcilerin işi bu mer-kezlerle mücadele etmektir.
Son olarak, HDP`nin yukarıda saydığımız politik başlıkları geniş bir yelpazeye de oturtmaya çalıştığını söyleyebiliriz. HDP, Türkiyelileşme ile sağa açılma arasındaki çizginin belirsizleştiği bir partidir. Üyeleri ve yöneticileri dışında, HDP`nin milletvekilleri arasında Türkiye sağının önemli isimleri ve Türk, Kürt İslamcıları da yer almaktadır. Bununla birlikte, Türk ya da Kürt mülk sahibi sınıflar ile HDP`nin bir kavgasının bulunmadığı açıktır.
Tüm bunlardan hareketle, HDP`nin sosyalist bir parti olduğunu söy-lemek imkansızdır.
Liberaller emek sömürüsüne karşı değillerdir, toplumdaki eşitsizlik-lerin kaynağını çarpıtırlar, patronların üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet hakkının bir özgürlük olduğunu düşünürler, dinin siyasete alet edilmesi onlar açısından sorun değildir. Hatta bunu da bir özgürlük başlığı olarak görürler. Emperyalist bağımlılık kabul edilebilir bir şeydir. Özgürlüğün ancak buralardan gelebileceğini propaganda ederler. Dolayısıyla liberaller emek düşmanıdır, işbirlikçidir ve dinci gericiliğin kardeşidirler.
AKP iktidarının bugünlere gelebilmesinde liberallerin desteğini gör-memek mümkün değildir. Ergenekon operasyonu zamanında, bu operasyonların ilerletilerek ülkemizdeki bağımsızlıkçı ideolojinin suç haline getirilmesine de en çok liberaller çanak tutmuştur. AKP iktidarı, bugün kendisini güçlü hissedebilmesinin en önemli dayanaklarından olan 12 Eylül 2010 anayasa referandumunda en büyük desteği liberallerin sol görünümlü unsurlarından almıştır.
Liberaller sağ ideolojinin yayılması için mücadele ederler ve bunu özgürlükler adına yaptıklarını söylerler. Liberalizm sol değildir çünkü eşitlik ve özgürlük mücadelesini, işçi sınıfını ve emekçi halkı bir yana bırakmış ve örgütsüzlüğü, sivil toplumculuğu, bireyciliği ve kimlik sorunlarını öne çıkarmıştır.
Liberalizm, Türkiye`de sosyalist devrim için mücadele eden solun önüne bir engel olarak çıkartılmaktadır. Özellikle seçim dönemlerinde dağıtıcı bir baskıya da dönüştürülmektedir. Liberallerin sol içerisinde sosyalist devrimci hattın güçlenmesini engellemeye çalıştıkları, zaman zaman başarılı oldukları, bu çabalarıyla solun sermaye düzenini yıkmak yerine onu düzeltecek bir garip muhalefet ile sınırlandı-rılmasına hizmet ettikleri de açıktır.
Bu bağlamda, liberallerin sol ile temas içerisinde olan kesimlerinin sınıf ve iktidar mücadelesi yürütmek gibi bir yaklaşımları yoktur ve bu nedenle de sol sayılmaları mümkün değildir.
TKH, belirli aralıklarla sandığa giderek hiçbir köklü değişimin gerçek-leşmeyeceğini bilen bir partidir. İnsanların haksızlıklarla, eşitsizliklerle mücadele etmediği ve bütün işi sandığa havale ettikleri bir toplumda iktidardaki güçlerin işi rahatlar. Çünkü tepkisiz ve mücadele etmeyen bir toplumu seçimlerde ikna etmek oldukça kolaydır. Bu düzenin öyle ya da böyle devamından yana olan partiler her türlü maddi imkânı, yolsuzluğu, hileyi ve inanç sömürüsünü kullanarak halkın önemli bir kısmını ikna edebilirler. Bu nedenle gerçek bir dönüşüm için halkımızın mücadele etmesi şarttır.
Diğer yandan, seçim dönemleri insanların siyasetle ve ülke gerçekle-riyle en fazla ilgilendikleri dönemlerdir. Bu yüzden TKH seçim dö-nemlerinde kendi politikalarının daha fazla insana duyurulması için, daha fazla insanın sosyalizme destek vermesini sağlamak için var gücüyle uğraşır. Türkiye tarihinde sosyalistlerin meclise girdiklerinde ne kadar etkili olabildiklerini gösteren örnekler de vardır. 1965 yılında, 15 Türkiye İşçi Partisi milletvekilinin meclise girmesi, düzen par-tilerini ve patronları korkutmuş, halkımız için ise bir umut olmuştu.
Oy bu düzende özgür değildir. Ama seçim dönemi insanların tavır almaya çağırıldıkları, dolayısıyla politize oldukları bir dönemdir. TKH insanları bir ömür boyu politize olmaya davet etmektedir ve seçim dönemlerini bunun bir adımı olarak görmektedir. Düzen partileri parayla, reklamla, arkalarına ABD`den esen rüzgarları alıp seçim başarısı peşinde koşabilirler. TKH`nin seçim çalışmalarının özü örgütlenmektir. Türkiye`nin ilerici kitleleri geride kalan on yıllarda “böyle gelmiş böyle gider” sözünü bir pranga gibi taşımış ve seçimleri bir politik kampanya, bir hamle olarak algılamamışlardır. Haziran Direnişi`nden sonra artık bu değişmelidir.
Solcu olduğunu iddia eden herkesi solcu kabul edecek olursak, bö-lünmüşlüğün ve dağınıklığın fazlasıyla var olduğunu kabul etmemiz gerekir. Örneğin, AKP dönemine övgüler düzüp solcu olduğunu söyle-yenler bile mevcut. Öyleyse bugün, kimlerin gerçekten solcu olduğunu anlamak için biraz sorgulamak ve bazı bölünmeleri hayra yormak gerekiyor.
Örneğin ABD`den bağımsızlaşmayı, NATO, IMF ve Dünya Bankası gibi örgütlerden çıkmayı, “AB`ye hayır” demeyi akıllarına bile getirmeyen, özelleştirmeyi savunan, Türkiye`de laikliğin tehdit altında olmadığını söyleyen CHP`yi soldan sayabilir miyiz?
Ya da liberaller? Eskiden liberal solcu denirdi, şimdi oradaki “solcu” kelimesini bile hak etmiyorlar. Özelleştirmecidirler, cemaat severler, emperyalizme karşı olmayı barbarlık olarak görürler, ama sorsanız solcu geçinirler…
Bir de zaman zaman MHP ile ittifak kurma hesapları dahi yapan ulusal solcular var, “ulusal patronlar” ile işbirliğinin yollarını ararlar. Bunlardan bazıları “Kürt düşmanlığı” ile de asıl bölücüdürler. Artık zaten solculuktan ziyade milliyetçi bir çizgide olduklarını görmek gerekir.
Yukarıda bahsettiğimiz kesimleri soldan saymıyoruz. Ancak öte yandan ülkemizdeki sol birikim sadece yukarıda saydıklarımız ile sınırlı değil. İyi ki de değil…
Bugün Türkiye`de sömürüye, gericiliğe, emperyalizme ve faşizme karşı samimi bir şekilde mücadele eden, AKP iktidarının ülkemizde yarattığı tahribata karşı olan sol parti ve örgütler bulunuyor. Ayrıca bu parti ve örgütler dışında farklı parti veya derneklere şu veya bu nedenle dağılmış yüz binlerce insan var. Bugün önemli olan şey, bu kitlelerin yüzünü gerçek sol partilere dönmesini sağlamak, bunun için mücadele etmektir.
TKH bugün ülkede yaşananların halkımız için tam bir felaket olduğunu ve bu felakete karşı ortak ilke ve hedeflere sahip kişilerin ve ku-rumların bir cephe bünyesinde bir araya gelmesi gerektiğini düşünüyor.
TKH sömürüye, gericiliğe, emperyalizme ve faşizme karşı samimi bir şekilde mücadele eden, AKP iktidarının ülkemizde yarattığı tahribata karşı olan sol parti ve örgütlerle, böyle düşünen tüm kişi ve kurumlarla ortak bir cephe kurmak istiyor.
Bugün Türkiye`de solcu olduğunu iddia edenler içerisinde sağlıklı bir ayrışmaya ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Solculukla ilgisi olmayan gericiliği, milliyetçiliği, emperyalizm sevdalılığını ve liberalliği zararlı bir tümör gibi görerek, vücudumuzdan söküp atmazsak sağlığımız tehlikeye girecek.
Öte yandan, bu cepheleşme ihtiyacımız yalnızca seçimlerle veya birkaç miting düzenlemekle sınırlı kalamaz. Bugün mahalle mahalle, köy köy, fabrika fabrika, okul okul örgütlenilmeli ve harekete geçilmelidir. Sosyalistlerin, ilericilerin ve devrimcilerin kuracağı cephe, işte bu topyekûn kalkışmanın adresi olmalıdır. Bu nedenle de cephe, bağımsız sosyalist bir hat üzerinde kurulmalıdır.
Her şeyden önce sosyalizm, seçmen davranışları üzerinden tarif edi-lecek bir hedef olarak kabul edilmemelidir. Toplumsal sınıf ve tabaka-ların olağan dönemlerdeki siyasal davranışlarıyla sınıfsal talepleri ve devrimci dönemlerdeki siyasal davranışları aynı değildir. İkincisi, bu soru bir seçim tablosunu değişmez kabul etmektedir ve bu seçim tablosunda türlü eşitsizliklerle mücadele eden bir sol vardır.
Sınıf mücadelesi, sabırlı ve biriktirerek ilerleyen bir süreç olacaktır. Türkiye`de verdiğimiz mücadelenin verili koşullarının, dünyada dev-rimlerin gerçekleştiği hiçbir ülkeden çok farklı olmadığını da bilmek gerekir.
Buna bir örnek olarak Haziran Direnişi günlerini hatırlamak gerekir. Türkiye tarihinde bir ilkin yaşandığı o günlerde ne kadar çok şeye şaşırdığımızı hatırlayalım. Yine 70`li yıllarda Türkiye`de solun etkinliği de aklımızda tutulmalıdır.
Kısacası Türkiye`de bugünkü toplumsal yapının değişmez olmadığını ve sadece seçim sonuçları üzerinden yapılan bir tespitle yetinilmeme-si gerektiğini bilerek mücadele ediyoruz.
Bu bağlamda, ülkenin yüzde 60`ının sağcı olmasını değil; yüzde 25`inin işsiz olmasını, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşayanların toplumun çoğunluğunu oluşturmasını, nüfusun çok ezici bir bölümü-nün işçi sınıfının çeşitli bölmelerinden ve emekçilerden oluştuğunu veri alıp sınıfın örgütlenmesi için mücadele veriyoruz.
İşte bu yüzden işçi sınıfının bir partiye ve o parti tarafından bilinçlen-dirilmeye ihtiyacı var. Düzenin parasını, medyasını, eğitim sistemini, seçim sistemini, her şeyini patronlar ve onların siyasetçileri, ideolog-ları yönlendiriyor. Oyun özgür iradeyi yansıttığını kim iddia edebilir? Artık kentlerde insanların aşiretler halinde değil, birey olarak sandığa gittiği doğrudur. Ama kararlarını tek başlarına mı almaktadırlar, yoksa televizyon, dağıtılan erzak, din bezirganlarının mesajları ve tehditlerle birlikte mi? Öte yandan cemaat örgütlenmelerinin varlığını bu bağlamda hatırlamak gerekir.
İşçi sınıfının kendi çıkarının ayırdına varması için bu kuşatmanın dışına çıkması gerekir. Dışarı çıkmasını sağlayacak olan, işçiyi gerçek dünyayla tanıştıracak olan partidir. Kapitalizm emekçileri bölüyor, birbirine düşürüyor. Komünistler ise örgütlüyor, çıkarlarının ortak olduğunu anlamalarına yardımcı oluyor.
İşçi sınıfını temsil ettiğini iddia eden başka kurumlar da var. Örneğin sendikalar. Sendikalar sınıfın ekonomik mücadele örgütüdür. Ancak bugün Türkiye`de işlevlerini yerine getirmekten uzaktırlar. Siyasal olarak geri veya atıl bir sendikanın ücret kavgası bile veremeyeceğini bilmeliyiz. Türkiye`de sendikaların Haziran direnişinde tamamen etkisiz kalmaları ile son dönemde grev kararı alıp, grevi organize edemeyip aciz duruma düşmeleri birbirini bütünlemektedir.
TKH bütün çalışanların sendikalı olması için çaba göstermektedir. Ancak aynı zamanda bugünkü sendikaların sınıf örgütleri haline gel-mesi için de mücadele etmektedir. Sınıf karakterini kazanmış sendi-kaların da olduğu bir ülkede, işçilerin düzen siyasetine kaymaları da zorlaşacaktır.
Partimiz, Türkiye`nin AKP`nin düzenine sığmayacağını söylüyordu. Haziran Direnişi`yle Türkiye sokulmak istendiği gerici kalıpları kırdı, taştı!
Haziran Direnişi, AKP ve Tayyip Erdoğan`ın baskı rejimine karşı top-lumda biriken öfkenin patlaması oldu. Tepkiler çok çeşitliydi. Kentlerin AKP iktidarı tarafından sadece rant kaynağı olarak görülmesinden bireysel özgürlüklere sürekli müdahale edilmesine, toplumun dinsel-leştirilmesine, kadınların aşağılanmasına, polis şiddetine kadar bir dizi konuyu kapsıyordu. Kuşkusuz on milyon insanın ayaklanmasının arka planında Suriye`de izlenen savaş politikası, işsizlik ve yoksulluk gibi faktörler de büyük rol oynadı.
TKH, AKP`li yıllarda ülkemizde 1923 Cumhuriyeti`nin yıkıldığını, onun yerine dinci, Amerikancı, yayılmacı, emekçi düşmanlığında sınır tanımayan bir rejim kurulmak istendiğini saptamıştı. Halkımız, işte yeni kurulan bu rejime isyan etmiştir.
Partimiz bütün ülkede direnişin içinde oldu. Halk kitleleriyle birlikte yürüdü, saldırılara direndi.
Direniş, Türkiye halkının üstüne 1980`lerde serpilmiş ölü toprağını havaya savurdu. Toplumun farklı kesimleri bu zaman zarfında haklarını aramış, örgütlenmiş (ya da örgütlere yönelmiş), mücadele etmiştir kuşkusuz. Ancak çok geniş kesimleri kapsayan, bütün ülkeye yayılan, bu kadar geniş katılımla gerçekleşen bir mücadele, tarihimizde ilk kez oldu. Haziran 2013, bu anlamda tarihsel bir olaydır. Türkiye`nin aklı açıldı. Halk hakkını aramanın keyfini aldı.
Bu hareket bütün haklılığına karşın örgütsüz ve önderlikten yoksun idi. TKH, bu eksiklerin kısa yoldan giderilemeyeceğini bilen bir partidir. Ve biliyoruz ki; halk kitlelerinin özgürlük mücadelesinin çok daha örgütlü yürütülmesi asıl bundan sonra mümkün hale gelecektir.
TKH`nin bundan sonrasına dair de sözü var. Eşitlik ve özgürlük mü-cadelesini politik iktidar mücadelesi olarak görüyoruz. Gerçek eşitliğin ve özgürlüklerin sosyalizmle birlikte kazanılabileceğine inanıyoruz. TKH Haziran Direnişi`ni sosyalist devrime giden yolda çok büyük; ama ilk adımlardan biri olarak değerlendiriyor. Bu amaçla örgütlenmeye, kitle hareketini politik hedeflere yönlendirmeye çaba gösteriyor.
Partimiz TKH, sol literatürdeki anlamıyla “hareketçi” değildir, aksine geleneksel partili çizginin bir devamıdır. Bu nedenle Türkiye Komünist Hareketi isminin bir parti biçiminden farklı bir çağrışımı asla olmamalıdır. Türkiye Komünist Hareketi ismi, bir takım siyasi değerlendirmelerle ve önümüze koyduğumuz TKP`nin tekrar siyaset sahnesine döndürülmesi hedefi gözetilerek tercih edildi.
Partimizin, Türkiye Komünist Hareketi adını almasının arkasında yatan temel neden Türkiye Komünist Partisi`nin ideolojik bir partiden siyasal bir partiye geçiş hedefini yakalayacak bir partileşme süreci tarifiyle kurulmuş olmasıdır. Bunun anlamı öncelikle bir komünist öncü örgütün kurulması ve bu örgütün partileşme hedefine ulaşmasıdır.
Bu nedenle bir parti biçiminden asla vazgeçmemekle birlikte, öncü örgütün kurulması hedefi çerçevesinde Partimizin siyasal, nitel ve nicel bir çıkış hedefiyle hareket ettiğini ifade etmek üzere Türkiye Komünist Hareketi ismi alındı.
Bir diğer yönden, Türkiye Komünist Partisi`nin bölünme süreci aynı zamanda bir örgütsel dağınıklığa da neden olmuştur. Partimiz TKH, aynı zamanda bu dağınıklığı ortadan kaldıracak bir hamleyi de görev olarak üstlendiği için bu ismi aldı.
TKH`nin tarihsel misyonu ve ilkeleri; sosyalizmi temsil etmek, işçi sınıfının öncü partisini oluşturmak, sosyalist bir kadrolaşma yaratmak, sosyalist devrimci bir hat örmek ve öncü parti modelini hayata geçirmektir. Partimiz Türkiye Komünist Hareketi, bu tarihsel misyonu ve ilkeleri tereddütsüz biçimde sahiplendiği, geleceğe taşımak iradesine sahip olduğu için kendisini TKP`nin devamı ve mirasçısı olarak ortaya koymaktadır.
Türkiye Komünist Hareketi, 1920`de temelleri atılan Türkiye Komünist Partisi`nden bugüne kadar yürütülen mücadelenin ana hattı içerisinde kendini tanımlayan geleneksel sol bir parti kimliği taşımaktadır. Partimiz 1920`de Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kurduğu TKP`nin bugünkü temsilcisidir. 1980 sonrası sosyalist harekette ortaya çıkan likidasyona karşı TKP bayrağını eline alan Gelenek-STP-SİP-TKP çizgisinin devamcısı ve mirasçısı olarak kendini tanımlamaktadır.
TKP, özellikle, Türkiye sosyalist hareketinin 12 Eylül sonrası devrimci çıkışına imza atan bir öznedir. Özel olarak, Türkiye solunda gerçekleşen likidasyona karşı yeni bir devrimci çıkış olan TKP`nin, Türkiye solunda ve siyasetinde attığı önemli adımlar vardır. Partimiz TKH`nin dayandığı gelenek, Sovyetler Birliği`nin yıkılmasından sonra solun likidasyonuna karşı devrimci bir odak olmuş, anti-komünist, liberal saldırıya karşı direnç hattı oluşturmuş, liberal solun gericilikle ittifakına karşı sol ideolojiyi ve siyaseti yeniden yükseltebilmiş, Haziran direnişinde küçümsenemeyecek derecede önemli bir rol oynamış, Türkiye`nin AKP ile ivme kazanarak devam eden gericileşme sürecine sosyalist soldan yanıt üretebilmiş Türkiye Komünist Partisi`dir.
Bir başka deyişle, Partimiz Türkiye Komünist Hareketi, bir yandan 10 Eylül 1920`de kurulan tarihsel çizginin bir yandan da 1986`da Gelenek dergisiyle başlayıp Sosyalist Türkiye Partisi ve Sosyalist İktidar Partisi ile devam eden örgütsel çizginin devamı ve mirasçısıdır. Bu bağlamda gerek tarihsel gerekse örgütsel çizgiyi bir bütün olarak sahiplenerek, bunların herhangi bir şekilde değersizleştirilmesine karşı mücadele edilmesi konusunda hiçbir tereddüdümüz bulunmuyor.
Türkiye Komünist Partisi, Türkiye siyasetinde önemli bir yer kaplarken, elde ettiği mevzileri toplumsal alana taşıyacak bir eşikte bulunuyordu. Ancak, siyaset sahnesine adım atmak yerine, ideolojik bir konumun tercih edilmesi gündeme gelmiş, ideolojik bir partiden siyasal bir partiye geçiş sorunu aşılamamıştı. TKP`de yaşanan bölünmenin esas belirleyeni bu noktadır. Bölünmenin sonucunda TKP`nin devamı olma iddia ve iradesiyle kurulan partimiz, yaşanan yol ayrımında sorunun ideolojik bir partiden siyasal bir partiye geçilmesi yönünde devrimci adımlar atarak çözüleceği görüşünü savunmaktadır.
TKH, TKP`nin bölünmesiyle geleneğimizin her şeyden önce büyük bir güç kaybettiği gerçeğini elbette ki görüyor. Yaşanan bölünme Türkiye siyasetinde ve sosyalist harekette büyük bir boşluğa neden oldu. Hiç kuşkumuz yoktur ki, bu boşluğun en hızlı şekilde doldurulması ge-rekmektedir. Ve yine hiç kuşkumuz yoktur ki, partimiz, TKP`yi yeniden kuracaktır.
Bu nedenle, TKP isminin alınmasını bir hukuki sorun ya da bir ölçü sorunu olarak görmüyoruz. Aksine, Türkiye Komünist Partisi isminin alınması tamamen siyasi bir hedeftir. Nitekim, Partimiz Türkiye Komünist Hareketi, Türkiye Komünist Partisi`nin yeniden bir siyasi çıkışı örgütleyerek siyaset sahnesine döndürülmesini bir görev olarak üzerine almıştır. Bu görevin gerektirdiği mücadelenin verilmesiyle, TKP en kısa sürede yeniden siyaset sahnesine dönecektir.
Partimiz TKH, düzen siyasetinin kişiler ve imajlar üzerinden geliştirdiği siyaset tarzını reddetmektedir. Partinin tüm yönetici kurul, büro ve birimleri kolektif organlardır. Bu organların sekreter ya da sorumluları, o organların üstünde değildir. Parti`de liderlik kişilere değil, bir bütün olarak Parti kolektifine ve Merkez Komitesi`nden başlayarak Parti birimlerine kadar her alanda sorumluluk alan ve mücadele yürüten organların kolektif bütününe aittir. Bu bağlamda, Parti içerisinde kolektiften bağımsız, kendinden menkul bir liderlik tarifi yapılmaz.
Bununla birlikte, Partimizin kolektif önderliği, en yetkili organı Parti Kongresi tarafından seçilen Merkez Komitesi`nde cisimleşir. Merkeziyetçi bir parti olarak Partimizin Merkez Komitesi, iki Parti Kongresi arasında partinin en yetkili karar organıdır. Merkez Komitesi, Kongre ve Konferanslar tarafından karara bağlanan siyasal ve örgütsel çalışmaların hayata geçirilmesinden sorumludur.
Türkiye Komünist Hareketi için dostlarına ve tüm halka seslenebilmek açısından yayınlar oldukça önemlidir. Partinin doğrudan yayınları olduğu gibi, parti çizgisinde çıkan yayınlarımız da var ve bunlar önümüzdeki dönemde daha da çeşitlenecekler.
Gazete Manifesto, şu anda en kitlesel yayınımızdır.
Merkez Komitesi, aylık olarak Parti`nin Sesi dergisini çıkartmaktadır. Güncel gelişmelerin derinlemesine değerlendirildiği, parti yaşantısının yansıtıldığı ve yönlendirildiği Parti`nin Sesi dergisi dışında, üç ayda bir yayınlanacak olan Marksist Manifesto dergisi yayın hayatına başlamıştır. Marksist Manifesto, Partimizin teorik yayını olacaktır.
2016 yılında Partimizin temel örgütlenme aracı olacak olan haftalık siyasi gazetemiz yayınlanmaya başlayacaktır.
Partili üniversitelilerin ve liselilerin hazırladığı dergiler de kısa bir süre sonra okuyucuları ile buluşacak.
Bunların dışında yayıncılık faaliyetini mücadelenin ve Partimizin gereksinimleri ve hedefleri doğrultusunda dinamik bir şekilde kurarak çeşitlendirmeye devam edeceğiz.
Türkiye Komünist Hareketi, ülkenin onlarca kentinde örgütü ve üyeleri olan bir partidir. Parti binalarımızın hangi illerde olduğu, adres ve irtibat numaraları ile ilgili bilgiler www.tkh.org.tr internet sitesinde bulunmaktadır.
TKH`nin Türkiye`nin bütün illerinde üyeleri vardır. Üyelerimiz bulundukları illerde, partinin sözünü daha fazla kişiye duyurmak, partiyi temsil etmek ve düzenin yarattığı eşitsizliklerle mücadeleye öncülük etmekle görevlidir.
Bugün eşitsizliklere ve haksızlıklara karşı ülke genelinde ortaya konan tüm mücadelelerde, işçilerin ve emekçilerin haklarını arama çabalarında mutlaka TKH üyelerini görüyorsunuz. TKH üyeleri, bulundukları her yerde siyasal mücadelenin ihtiyaçları çerçevesinde toplantılar planlar, bu toplantıları çeşitli araçlar ile duyurur ve gerçekleştirirler. Toplantılara parti üyesi olmayanlar da katılabilirler.
Toplantılarda ülkenin içinde bulunduğu durum, ilgili bölgedeki mücadele başlıkları ve bunlara dair nelerin yapılabileceği, yeni insanlarla nasıl tanışılabileceği, emekçi halkın yararına ne gibi adımların atılabileceği konuşulur ve planlanır.
Sonrasında ise bu planlama doğrultusunda harekete geçilir.
Türkiye Komünist Hareketi`nin sıklıkla güncellenen bir internet sitesi
mevcuttur.
www.tkh.org.tr adresine sahip bu siteden partinin siyasi çalışmaları, basın açıklamaları, etkinlikleri vb. takip edilebilir. Ayrıca iletisim@tkh.org.tr adresine gönderilen elektronik postalara hızlı bir şekilde yanıt verilerek, kurulan bağın devamlılığı sağlanır.
Partimiz Türkiye Komünist Hareketi; eşitlik ve özgürlükten yana, insanın insanı sömürmediği bir toplum hedefleyen, dürüst, samimi ve çalışkan herkesin gelip üye olabileceği bir partidir.
Partimiz, işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarlarını, yurtseverliği, ilericiliği, kamuculuğu, laik bir cumhuriyeti ve sosyalizmi savunan ve bu amaçla mücadele edenlerin partisidir.
Türkiye Komünist Hareketi üyeleri, bütün Parti kolektifinin etkin bir parçası olarak, Sosyalizm Programını ve Parti Tüzüğünü benimsemiş, Partimizin ilkelerini savunan, yeni insanların bu fikirler etrafında örgütlenmesi için çaba harcayan, Partimizin bir örgütüne bağlı olan ve üyelik görevlerini yerine getiren kişilerdir.
“Ben bu ülkenin gidişatından endişeliyim” diyen ve Sosyalizm Programını ve Parti Tüzüğünü kabul eden herkes, Türkiye Komünist Ha-reketi`ne üye olabilir. Partinin kolektif varlığının bir parçası olan tüm üyeler, mücadelenin ve partinin yeni üyelerinin sayesinde enerjisini, birikimini, gücünü ve zenginliğini artırır.
Yoldaşlarımız ise, parti sayesinde örgüt disiplini etrafında kendi birikimlerini doğru ve verimli bir şekilde kullanabilirler. “Bu Parti benim de partim” diyen herkes büyük bir gönül rahatlığıyla, çekinmeden, korkmadan ilişkide olduğu TKH örgütüne gidip üyelik formunu doldurabilir.
Partiye başvuranlar program ve politikalar konusunda bir eğitim dizisine katıldıktan sonra parti kartlarını alırlar.
Komünistler dinin siyasete alet edilerek toplumsal yaşam üzerinde bir baskı aracına dönüştürülmesine karşıdırlar; bu tarz siyaset ve uygulamalara karşı mücadele ederler. Bunun ötesinde Türkiye Komünist Hareketi, hiçbir ayrım gözetmeksizin insanların kişisel inanç ve vicdan özgürlüğünü sonuna kadar savunur.
Sermaye düzeninin bir uzantısı olarak dinci gericiler, meselenin bir kişisel inanç meselesi olarak görülmesine itiraz ederler; toplumsal ve siyasal hayatın da dine göre düzenlenmesini isterler. TKH din ve vicdan özgürlüğünü savunurken, dinin toplumsal ve siyasal hayata kurallar koymaya kalkışarak siyasallaşmasına karşı mücadele eder.
Savaşlar, eşitsizlik, sömürü vs. bir alın yazısı değildir. İnsanlık isterse ve mücadele ederse, adil ve eşit bir dünya kurabilir. Bu yüzden TKH, din adına adaletin tecellisini “öbür dünyaya” bırakan, eşitsizlikleri “kader” olarak gören bütün anlayışlarla mücadele eder.
TKH, din düşmanı değildir. Toplumdaki bütün dini inançlara ve inanmayanlara eşit mesafede durur. Komünistler, kişisel inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlandığı, ancak dinin siyasal ve toplumsal yaşantının kuralları belirlenirken bir referans olmaktan çıktığı, laik bir toplum ve devlet yapısından yanadırlar.
Öte yandan TKH üyeliğinin koşulu, Sosyalizm Programını ve Partimizin ilkelerini kabul etmektir. TKH, sermaye düzenine, ABD`ye ve emperyalizme, din istismarcılığına karşı mücadele eder. Bu mücadelede yer almak isteyenlerin yeri, Partimiz TKH`dir. Bu nedenle üyelerinin dini inançları Türkiye Komünist Hareketi`ne üye olmanın bir şartı veya engeli olmadığı gibi esas olarak Partimizin ilgi alanına da girmemektedir. Buna karşın, TKH, sermayeden yana olanlara, emperyalizm yardakçılarına ve din istismarcılarına ise sonuna kadar kapalıdır.
TKH, işçi sınıfının partisidir. Parti içinde üyeliğin temel belirleyeni program ve tüzüğün kabulüdür. O yüzden kimse din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet gibi ayrımlara tabi tutulamaz. Bu açıdan farklı cinsel yönelime sahip yurttaşlarımız, parti programı ve tüzüğünü kabul ettikleri takdirde partimize üye olabilirler.
Ancak, nasıl ki bir mezhep ya da etnik köken komünist ve partili kimliği örten ve onu belirleyen bir kimlik biçiminde kendini konumlandırmaz ve ifade edemez ise, hiçbir cinsel yönelim de bir kimlik olarak parti içinde kendini ifade edemez.
TKH üyelerinin görevi, insanlığın eşit ve özgür bir gelecek mücadelesini vermektir.
Yaşadığımız düzenin yalanlarına ve propagandasına karşı mücadele edebilmek gerekir. O yüzden Parti üyelerimizle bilimsel sosyalist teorinin bütün başlıklarında eğitim çalışmaları gerçekleştirilir. Parti üyesi olabilmek için belli bir eğitimden geçmek, partinin programını ve görüşlerini savunabilmek gerekir.
Partimize üyelik başvurusunda bulunan herkes önce “aday üye” olarak kaydedilir. Aday üye eğitimleri adıyla yapılan eğitim çalışmaları sonrasında parti üyeliğine geçiş mümkündür.
Bunun yanında B Tipi Eğitimler adıyla partinin bütün organlarında üye eğitimleri yapılır. Üye eğitimleri, Eğitim Bürosu tarafından her yıl, siyasal mücadelenin gerekleri doğrultusunda planlanır.
Bunun yanı sıra, bilimsel sosyalizmin temel kaynakları başta olmak üzere teorik ve ideolojik kitaplar üzerinden partide sorumluluk üstlenen üyelerimizle C Tipi Eğitimler adıyla okuma grupları oluşturulur.
Komünist partilerin simgeleri her şeyden önce emeği temsil ederler. Bu açıdan orak-çekiç amblemi, sınıflar mücadelesinde emeği ve sosyalizmi temsil eden tarihsel bir simge olarak ortaya çıkmıştır.
Dünya ölçeğinde ilk sosyalist devrim Rusya da gerçekleşirken, orak-çekiç işçi sınıfı iktidarının bayrağı olmuştur. Devrim sonrasında, işçi sınıfı iktidarı için mücadele eden neredeyse dünyadaki tüm komünist partiler, bu amblemi tercih etmişlerdir.
Aynı tarihsel kesite doğan ve 1920`de Bakü`de kurulan Türkiye Komünist Partisi`nin de amblemi orak-çekiç olarak belirlenmişti. İşçileri ve emekçileri temsil eden bu amblem, komünist partilerin hangi sınıfın çıkarlarını savunduğunu ve hangi sınıfın iktidar mücadelesini verdiğinin de göstergesidir.
Her ülkenin bayrağı tarihsel bir anlama sahiptir. Ülke bayraklarında ifade edilen şekiller ve renkler, aynı zamanda ülkelerin sahiplendiği değerleri de yansıtır. Bir siyasi akım olarak sosyalizm ise, eşitliği temsil ettiğinden kırmızı renk seçilmiştir.
“Sosyalizmi neden kızıl bayrak temsil ediyor? ” sorusunun cevabı ise, sınıflar mücadelesi tarihinde yatmaktadır. 1871 Paris Komünü`nde katledilen işçilerin dökülen kanları, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bayrağındaki kızıl renge dönüşmüştür.
Partimiz devlet yardımı almamaktadır. Aynı zamanda partimiz hiçbir şekilde sermaye gruplarından ya da dış odaklardan herhangi bir destek görmemektedir. İlkesel olarak partimiz, bu tür yardımlara şiddetle karşıdır. Komünist partilerin bağımsızlığı her şeyden çok önemlidir.
TKH, işçilerin, emekçilerin, halkın partisidir. Bütün gelirleri üye aidatları ve yayın gelirleri üzerinden sağlanmaktadır.
Kadın sorunu, sınıflı toplumların tarihi kadar eskidir ve cinsiyete dayalı işbölümü ortadan kalkmadığı sürece çözülemeyecektir. Üretim sürecinin bir parçası olan kadınlar aynı zamanda ev işleri olarak tarif edilen işlerin de sürdürücüsü konumundadırlar. Bu işbölümünün yeniden üretilmesinde kadına yönelik her tür ayrımcılık önemli rol üstlenmektedir. TKH, insanlığın eşit ve özgür geleceğinin olmazsa olmaz bir parçası olan, kadınların eşitliği ve özgürlüğü için mücadele eder. Öte yandan kadınların sosyalizm mücadelesinin önemli bir gücü olduğunu vurgular. TKH, kadınların kapitalist toplumdaki eşitsiz konumlarına karşı siyasal ve ideolojik çalışma yürütür. Bu çalışma kadınların tarihsel eşitsizliğine yönelik yanlar barındırdığı gibi, sınıf karakteri de mutlak olarak taşır. Çünkü TKH, kadın sorununu yeniden üreten mekanizmaların sınıfsal temelleri konusunda tartışmasız bir fikre sahiptir.
TKH`nin ayrı bir kadın çalışması vardır. Fakat bu çalışma, Parti çalış-malarının dışında ve yalıtılmış olarak düşünülmemelidir. Tam aksine siyasal ve örgütsel çalışma yürütülen her yerde TKH aynı zamanda kadın çalışması da yürütür. Var olan eşitsiz konum nedeniyle, kadınların toplumsal hayatın ve özellikle işçi sınıfının siyasal mücadelesinin dışında durmaması için TKH ek mekanizmalar yaratır. Bu mekanizmalar başta kadın çalışması olmak üzere partinin bütünü tarafından hayata geçirilir. TKH, kadınların eşitliğinin ve özgürlüğünün, bugün ve yarın, biricik garantisidir.
Ayrı bir gençlik kolumuz yok. Bütün gençler doğrudan partiye üye olabilirler. Gençleri, partinin dışında gören ve partiden ayrı bir örgütsel modelin doğru olmadığını düşünüyoruz. Tam tersine komünist parti gençlerin partisi haline gelmelidir.
TKH`nin ayırt edici özelliği, gençliğin partisi olmasıdır. Türkiye, genç nüfusa sahip bir ülkedir. Toplumun önemli bölümü genç yaşlarda çalışma yaşamına atılmakta, işçi sınıfının parçası haline gelmektedir. İstikrarsız, hızla yoksullaştırılmakta olan, işsiz sayısının sürekli arttığı bir ülkede, gençlerin toplumun en dinamik yaş kuşağını oluşturması kaçınılmazdır.
Gelecek kaygısı, yaşamının kaderini eline geçirme arayışı, yeni bilgi ve becerilere ulaşma arzusu, gençlerin siyasal duyarlılığını da artırmaktadır. Zaten bu nedenle, yıllardır siyasi iktidarlar gençleri siyasetten uzak tutmanın yollarını aramışlardır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra faşist generallerin hemen devreye soktukları planlardan birisi üniversitelerle ilgili olmuştur. YÖK basit bir bürokratik düzenlemenin değil, gençliği teslim alma operasyonunun önemli bir halkası olarak kurulmuştur. Aynı operasyon liseler ve özellikle meslek liselerinde yürütülmüştür. Gençlerin alkol ve uyuşturucu bağımlısı haline gelmesi için sistematik bir çaba gösterilmiştir. Bu tabloda TKH`nin gençliğe özellikle önem vermesi çok değerlidir.
TKH ayrı bir gençlik örgütlenmesi, bu açıdan ayrı gençlik kolları şeklinde bir yapılanma yerine, gençlerin doğrudan partiye üye olabilecekleri bir yapıya sahiptir.
Liselilerin bir partiye resmi olarak üye olması şu anki siyasi partiler kanununa göre mümkün değildir. Siyasi partiler kanunundaki bu madde ülkemizde kurulmuş sömürü düzeninin gençliği nasıl dışladığına bir örnek teşkil etmektedir. O nedenle meşru sayılamaz. Oy verme hakkına sahip olan bir gencin bir siyasi partiye üye olamaması, hukuk ve özgürlükler açısından tam bir felakettir.
TKH, bu yasaklayıcı maddeyi meşru görmemekte ve liselilerin sosyalizm mücadelesine dâhil olmasının çeşitli yollarını yaratmaktadır. Hayatlarının henüz başlarındaki liselilerin binlerce yıllık insanlık tarihini öğrenmesi, sömürü ilişkilerini anlaması, bu kirli düzenin onlara pompaladığı kültürsüzlüğü reddetmesi TKH için önemli bir sorumluluktur. Bu nedenle, TKH liselilerin aydın, haksızlıklara boyun eğmeyen, ilerici, sorgulayıcı, hem dersleri hem de çevreleriyle ilişkileri açısından örnek birer insan olmaları için elinden gelen çabayı gösterir. TKH, gençlere ailelerini ve çevrelerini sosyalizm mücadelesiyle tanıştırmalarını öğütler.
Yüzünü TKH`ye dönmüş binlerce liseli “Sosyalist Liseliler” dergisini çıkarmak, okumak ve dağıtmak için görev almaktadır. Okullarındaki ve mahallerindeki arkadaşlarına solun, ilericiliğin ve sosyalizmin değerlerini anlatmaktadır. Okullarında kol faaliyetlerinde görev alır, tartışmalar, toplantılar, etkinlikler düzenler. Sanatsal ve kültürel faaliyetlere ilgi gösterir. “Sosyalist Liseliler” aynı zamanda bulundukları okullarda kendi birliklerini kurar, temsilcilerini belirler, okullarındaki ve ülkedeki gelişmelere karşı eylem ve etkinlikleriyle tepki verirler.
“Ben kişisel nedenlerden dolayı partili olamam” diyen dostlarımız olmakla beraber, TKH ile henüz yeni ilişkiye geçmiş, partiyi ve üyelerini daha yakından tanımak isteyen dostlarımız da bulunuyor.
Partimiz böyle düşünen dostlarına da kapılarını sonuna kadar açmaktadır.
Gelecek güzel günlere inanan her dostumuz, partili olamasa da sosyalizm mücadelesine katkıda bulunabilir. TKH`yi ve sosyalizm mücadelesini ilerletmek yalnızca parti üyelerinin değil, sömürü düzeninin çarklarının nasıl döndüğünü bilen her yurttaşın sorumluluğudur.
Bu mücadeleye katkı koymanın pek çok yolu vardır. Bir parti dostunun belki de en önemli katkısı, çevresindeki insanlara TKH`nin fikirlerini ve yayınlarını taşıyarak, onları da mücadelenin bir parçası haline getirmek olacaktır. Ayrıca parti örgütlerinin düzenlediği toplantılara katılmak, bu toplantılarda düşüncelerini ifade etmek, daha fazla insanın bu toplantılara katılmasını ve katkı koymasını sağlamak da oldukça değerlidir.
Parti`ye katkıda bulunmanın bir başka yolu ise düzenli bağışta bulunmaktır. TKH, hazine yardımı alan bir parti değildir. Bu yüzden partimizin üye ve dostlarının maddi katkıları büyük önem taşır. TKH gücünü üye ve dostlarından alır. Parti dostlarımız, ilişkide oldukları örgütümüze düzenli veya isteklerine göre bağışta bulunabilirler.